Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Devletin Pozitif Yükümlülükleri Bağlamında Çalışma Hakkının Talep Edilebilirliği

The Right to Work in the Context of the State’s Positive Obligations

Seydi ÇELİK

Çalışma hakkı, sosyal ve ekonomik haklar arasında sayılan ancak kişisel haklar ile de sıkı bağlantı içinde olan bir haktır. Ulusal ve uluslararası düzenlemelerde güvence altına alınan çalışma hakkı, diğer temel hak ve özgürlükler gibi ancak belirli şartlarla sınırlandırılabilmekte, bu hakkın kullanımı belirli yükümlülükleri (ödevleri) de beraberinde getirebilmektedir. Kişinin hayatını idame ettirebilmesini ve özgürleşmesini esas alan çalışma hakkı, insanların, hayatını idame ettirmek, onurunu korumak ve kişiliğinin gelişimine olanak sağlamak üzere bir iş ve gelire sahip olması gerektiğini savunan bir haktır. Ulusal ve uluslararası belgelerde düzenlenen sosyal ve ekonomik bir hak olarak çalışma hakkı, bireylere devletten olumlu bir edimde bulunmasını isteme hakkı vermektedir. İnsanlığın doğduğu andan itibaren mevcudiyet kazanan ve endüstri, bilgi ve teknolojilerin gelişmesi ile sadece biçimi değişen, ancak varlığını devam ettiren bir hak olan çalışma hakkı, yeri geldiğinde bir yükümlülük veya ödev olarak da karşımıza çıkmaktadır. İnsan hakları korunabildiği ve ihlal edildiği takdirde tazmin edilebilir olduğu ölçüde pratik ihtiyaçlara cevap verebilir; aksi halde kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur. Makalede, çalışma hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin neler olduğu ve talep edilebilirliği tartışılacaktır.

İnsan Hakları, Çalışma, Çalışma Hakkı, Devletin Pozitif Yükümlülükleri.

The right to work is inclusive as a necessity alongside others such as the right to social or economic safety, but it is also one that is closely intertwined with personal rights of the individual as well. The right to work, within the context of national and global frameworks, is definable only as far as certain limits allow, similar to other human rights and freedoms, by being chained to a certain degree of responsibility. The right to work then, which thus allows the individual to freely continue living, and ensures the protection of personal honor and development via securance of economic stability and personal development, is a right that defends the need to have a job and respective livelihood as a requirement of life. From the moment we are born, although we are held accountable to and by forces such as the ruling class, industry, information and the development of technology, the core component that is work never dissipates, but only changes form. Although this work may also oftentimes take the form of labor or assignments, such usage is practical in meeting requirements only to the degree that it ensures the protection and non-violation of rights; otherwise, it becomes a prison of its own design, doomed to remain as a concept on a piece of paper. In this article, we will also discuss the implications of the required responsibility that the right to work imparts onto the state, as well as looking into the possibility of the want for the actual right to work.

Human Rights, Work, Right to Work, Positive Obligations of the State, Work Duty.

Giriş

İnsan hakları, öncelikle insanın salt insan olmakla kazandığı haklar olarak nitelendirilmektedir. Bununla meşru şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran devletin gücünün yurttaşlar lehine sınırlanması amaçlanır; bireye karşı, sömürü, baskı, şiddet, müdahale gibi her türlü dış etkiye karşı korunmasını isteme olanağı tanır.1 Halkın kendini yönetmesi, en azından yönetime katılımının adı olan demokrasinin gerçekleşebilmesi için de insan haklarının güvence altına alınması bir gerek-şarttır. Nitekim yurttaşların eşit biçimde kamusal işleri yönlendirebilme ve idareyi denetleme imkanını etkin kullanabilmesi için nasıl ki serbest seçimler, siyasi partiler, yasama meclisi, bağımsız mahkemeler gibi kurumlara gereksinim varsa, aynı şekilde sözleşmelerde ve anayasalarda düzenlenen insan haklarının güvence altına alınması bir zorunluluktur.2 Hükümetin bütün eylem ve işlemlerinin halk tarafından yönetimi/denetimi ancak bireylerin güvence altına alınmış hak ve özgürlüklerini kullanabilmesiyle mümkün olabilir.3

Temel amacı toplumda sosyal adaletin sağlanması olan sosyal haklar ise sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan sosyal problemler karşısında, özellikle dönemin işçi ve köylü sınıflarının mücadelesi ekseninde sürdürülen mücadelelerin sonucu elde edilen haklardan oluşur. Burjuva insan hakları belgelerinin düzenlediği hukuki eşitliğin maddi eşitliği sağlayamaması karşında bir tepki ile ortaya çıkıp sınıf mücadelesi sonrası insan hakları anlayışında varılan bir uzlaşmanın ifadesi olmuştur. İlk olarak işçilerin haklarının ve çıkarlarının korunması, geliştirilmesi olarak ortaya çıkan sosyal haklar, daha sonrasında sınıflararası mücadelede zayıf ve güçsüz olan herkesi korumak üzere anayasal güvenceye alınmıştır. Sosyal haklar, toplumda sınıflar arasında bir güç dengesi kurulması için devletin gerçekleştirme sorumluluğunu üstlendiği ekonomik ve sosyal nitelikli ve özgürlükçü önlemlerin bütünü olarak ifade etmek mümkündür. Bunu gerçekleştirecek olan devlet sosyal devlettir ki geniş tanımıyla sosyal adalet ve sosyal güvenliği sağlamak ve herkes için insan onuruna yaraşır asgari bir hayat düzeyini gerçekleştirmekle “yükümlü” devlet yapılanmasını ifade etmektedir.4

Bir hakkın ya da özgürlüğün korunmasında devletin karışmama ve müdahale etme şeklinde başlıca iki tür davranış biçimi olmaktadır. Devletin bir hakka ya da özgürlüğe karşı bu yaklaşımı, o hakkın negatif statü hakları ya da pozitif statü hakları olduğunu belirleme de kullanılmaktadır. Bunların, negatif yükümlülükler ve pozitif yükümlülükler olarak da nitelenmesi mümkündür.5 Negatif yükümlülük devlete, yasaların izin verdiği haller dışında hakka müdahale etmeme görevi yüklemektedir. Buna karşılık pozitif yükümlülükler, kişilerin haklardan etkin şekilde yararlanması için devletin bazı tedbirler almasını, bir başka ifadeyle aktif bir şekilde müdahale etmesini gerektirmektedir. Özellikle modern anayasalarda yer bulan sosyal devlet ilkesi bu yükümlülükleri anayasal düzeyde devlete yüklemektedir. Türkiye’de sosyal ve ekonomik hakların yargısal yollardan ileri sürülebilmesine dair hukuksal sorunlar Türkiye’nin kamu hukuku ajandasında önemli bir yer tutmaktadır.