Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Klasik Dönem Osmanlı Devleti’nde Dîvân-ı Hümâyun’un Yürütme Yetkisi

Executive Authority of Dîvân-ı Hümâyun During the Classical Period of the Ottoman Empire

Yılmaz YURTSEVEN, Gamze ŞAHİN

Osmanlı Devleti, Orta Çağ’ın sonlarında kurulmuş son küresel ve klasik imparatorluktur. Yeniçağ dünyasında kurumsal kimliğini kazanmış ve doruğa ulaşmıştır. Bu süreç içerisinde Osmanlı Devleti siyasi, mali, iktisadi ve askeri bakımlardan çok güçlü bir teşkilatlanma gerçekleştirmiştir. Özellikle merkezi yönetimin çok güçlü olmasının istendiği bu yapı, tarihte eşine az rastlanan bir örnektir. Merkezi yönetimin güçlü olması, kuşkusuz çoğu klasik monarşinin temel amacıdır. Ancak Osmanlı Devleti, merkezi yönetimi yalnızca bir monark olan padişahın yetkisinde bırakmamıştır. Türklerin tarih sahnesine çıkmalarından beri varlığı bilinen kurultay ve dîvân geleneği, İslam Hukuku ve devlet yönetim anlayışının benimsenmesiyle daha da kurumsallaşmıştır. Özellikle Abbâsî ve Selçuklu kurumsal devlet uygulamaları bu konuda etkili olmuştur.

Tipik bir klasik monarşi görüntüsü sergileyen Osmanlı Devleti’nde Dîvân-ı Hümâyun, teorik olarak padişahın uhdesinde bulunan yasama, yürütme ve yargı erklerini padişah adına, padişah ile birlikte ifa etmiştir. Terminoloji ve uygulamada Dîvân-ı Hümâyun, “padişahın dîvânı”dır. Dîvân, devletin en tepesinde bulunan bir kurul-organ olarak Osmanlı Devleti’nin çağdaşı olan monarşilerde rastlanamayacak özellik, yetki ve niteliklere sahiptir. Bir yasama organı gibi çalışır; padişah kanunnamelerinin, emirnamelerin, fermanların hazırlanmasında etkindir. Bir yargı organıdır; hem ilk derece mahkemesi hem de bir temyiz mahkemesi olarak dava dinler, hüküm verir. Ayrıca ırk, din, dil ayrımı yapılmaksızın Osmanlı tebaasından herkes bu dîvândan adalet isteme hakkına sahiptir.

Dîvân-ı Hümâyun’un belki de en önemli yetki ve görevleri yürütmeye ilişkindir. Günümüz modern devletlerindeki bakanlar kuruluna benzer biçimde görevler ifa etmiştir. II. Mehmed (1451-1481) dönemine kadar Dîvân-ı Hümâyun’a bizzat padişah başkanlık etmiştir. II. Mehmed (Fatih) döneminden itibaren bu görev büyük oranda padişahın “mutlak vekil”i olan veziriazama geçmiştir. Devletin erken dönemlerinden itibaren toplandığı bilinen Dîvân, II. Mehmed ile birlikte kurumsallaşma sürecine girmiş, Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) bu süreci tamamlamıştır.

Bir yürütme organı olarak Dîvân-ı Hümâyun, pek çok yetki ile donatılmıştır. Devletin idari, iktisadi, mali ve askeri meselelerinin icraî karar ve uygulama organıdır. Söz konusu alanlarda bir bakanlar kurulu gibi devlet politikalarını belirler. Padişahın onayına bağlı olarak devletin merkez ve taşra teşkilatındaki yüksek rütbeli görevlileri atama ya da görevden alma, savaş ilanı, barışa antlaşması yapmak gibi çok önemli kararlar Dîvân-ı Hümâyun’un yürütme fonksiyonu içinde yer alır. Ayrıca Dîvan devletin toprak rejimi konusunda da yetkilidir. Tımar arazilerinin dağıtımı ve denetlenmesinden padişah adına sorumludur.

Dîvân-ı Hümâyun, klasik bir monarşide eşine az rastlanır bir bürokratik örgüt oluşturmuştur. İşinin uzmanı bürokratlardan oluşan ve “kalem” olarak nitelenen bu birimler, Dîvân’ın yürütme fonksiyonunun temel ögeleridir. Klasik dönem Osmanlı Devleti’nin çağdaşı Avrupa monarşilerinde dahi görülmeyen bir kayıtlama sistemiyle çalışan bu birimler, görev tanımlamalarındaki işleri uzmanlık ve profesyonellikle yerine getirmişlerdir.

Dîvân-ı Hümâyun’un fonksiyonelliğinin ve etkinliğinin azalması, Osmanlı Devleti’nin duraklama ve gerileme dönemleriyle paralellik taşır. Tarihçilerin “yükseliş dönemi” olarak adlandırdıkları ve genellikle 1450-1600’lü yılları içine alan dönemde Dîvân oldukça kurumsal ve fonksiyoneldir. Ancak XVI. Yüzyılın sonlarından itibaren etkinliğini veziriazamın dîvânı olan “İkindi Dîvânı” lehine yitirmiştir. XIX. Yüzyılın başlarına kadar varlığını ismen sürdüren Dîvân, Sultan II. Mahmud’un (1808-1839) reform sürecinde tamamen tarihteki yerini almıştır.

Dîvân-ı Hümâyun, Osmanlı Devlet Yönetimi, Yürütme Organı, Merkezi Yönetim.

The Ottoman Empire is the last global and classical empire established in the late Middle Ages. It has gained its corporate identity in the new age world and reached its climax. During this period, the Ottoman State achieved a very strong organization in terms of politics, finance, economy and military. This structure, in which the central government is desired to be very strong, is a rare example in history. Strong central government is undoubtedly the main goal of most classical monarchies. However, the Ottoman State did not leave the central government under the authority of the sultan, who was only a monarch. The congress and dîvân tradition, which has been known since the Turks emerged on the stage of history, became more institutionalized with the adoption of Islamic law and state administration understanding. Especially the Abbasid and Seljuk institutional state practices were effective in this regard.

In the Ottoman Empire, which displayed a typical classical monarchy image, Dîvân-ı Hümâyun performed the legislative, executive and judicial powers that were theoretically under the responsibility of the sultan, on behalf of the sultan, together with the sultan. In terminology and practice, Dîvân-ı Hümâyun is “the sultan’s dîvân”. Dîvân, as a council-body at the top of the state, has features, powers and qualities that cannot be encountered in monarchies contemporary of the Ottoman State. It works like a legislature; It is active in the preparation of the sultan’s laws, orders and decrees. It is a judicial body; as both a court of first instance and a court of appeal, it hears and adjudicates. In addition, everybody, regardless of race, religion or language, has the right to demand justice from Dîvân-ı Hümâyun.

Perhaps the most important powers and duties of the Dîvân-ı Hümâyun are the execution duties. It has performed duties similar to the cabinet of ministers in today’s modern states. Until the period of Mehmed II (1451-1481), Dîvân-ı Hümâyun was personally chaired by the sultan. Since the period of Mehmed II (Fatih), this duty was mostly transferred to the grand vizier (veziriazam), who was the “absolute deputy” of the sultan. Known to have gathered from the early periods of the state, Dîvân, entered the institutionalization process with Mehmed II and completed this process in the period of Suleiman the Magnificent (1520-1566).

As an executive body, Dîvân-ı Hümâyun is equipped with many powers. It is the executive decision and implementation body of the state’s administrative, economic, financial and military issues. It determines the state policies in the mentioned areas like a cabinet. Depending on the approval of the Sultan, very important decisions such as appointing or dismissing high-ranking officials in the central and provincial organizations of the state, declaration of war, and making a peace treaty are included in the executive function of the Dîvân-ı Hümâyun. In addition, Dîvan is authorized on the territorial regime of the state. It is responsible for the distribution and supervision of the timber land on behalf of the sultan.

Dîvân-ı Hümâyun formed a bureaucratic organization, which is rare in a classical monarchy. These units, which are composed of bureaucrats who are experts in their work and are described as “kalem”, are the basic elements of the executive function of Dîvân. Working with a recording system, which is not seen even in the European monarchies, which are the contemporary of the Ottoman Empire in the classical period, these units fulfilled their job descriptions with expertise and professionalism.

The decrease in the functionality and effectiveness of the Dîvân-ı Hümâyun is in parallel with the stagnation and regression periods of the Ottoman Empire. In the period that historians call the “ascension period” and generally includes the years 1450-1600, Dîvân is quite institutional and functional. However, as of the end of the sixteenth century, it lost its effectiveness in favor of the “İkindi Dîvânı”, which was the court of the grand vizier. Dîvân, which existed until the beginning of the nineteenth century, took its place in history completely during the reform period of Mahmud II (1808-1839).

Dîvân-ı Hümâyun, Ottoman State Administration, Executive Power, Central Management.

Giriş

İnsanoğlunun en önemli buluşlarından biri devlettir. Devlet ve iktidar olgusu insan toplumlarının birlikte yaşama arzusunu sürekli kılacak en önemli organizasyondur. İhtiyaçların paylaşım yoluyla giderilmesi düşüncesi ve güvenliğin sağlanması endişesi, sosyal bir varlık olan insanın devlet kavramına daha sıkı sarılmasına neden olmuştur. İnsanlığın bilinen tarihi boyunca birçok devlet modeli uygulamada yerini almıştır. Klasik monarşiden cumhuriyete, oligarşiden aristokrasiye ya da demokratik sistemlere kadar denenmemiş bir devlet ve rejim sistemi yok gibidir. Ancak geçmişte insan topluluklarının en yaygın yönetim modelini monarşiler oluşturmuştur. Modern zamanlarda dahi monarşiler klasik yapılarını hala sürdürmektedir.

Devlet başkanı, kral, imparator, şah, padişah, emir veya monark, nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, mutlak monarşilerde devleti yöneten kişi sınırsız yetkilerle donatılmıştır. Monark, egemenliği altındaki topraklarda yaşayan veya var olan her şey üzerinde sınırsız bir tasarrufa sahip olur; bu varlıklar adeta onun mülkiyetinde gibidir. Hatta kimi zaman söz konusu yetkilerin kaynağının ilahi olduğu vurgulanarak, yönetmenin tanrısal bir hak olduğu ileri sürülür. Tek, bölünmez, tartışılmaz ve üstün bir otorite vardır ve tüm gücü elinde tutar. Bu durumun bir diğer ifadesi ise devlet yönetiminde kuvvetler birliği ilkesinin egemen olduğu, yasama, yürütme ve yargı alanında tüm erklerin monarka ait olduğu gerçeğidir. Monarşik yapılı devletlerde lider tek ve yetkili otoritedir.

Tarihin hızlandığı bir dönemde Avrasya’nın kalbinde büyük bir güce ulaşmış olan Osmanlı Devleti de klasik bir mutlak monarşi olarak tanımlanmaktadır. Teori ve pratikte devletin başı olarak niteleyebileceğimiz padişah da bir monarktır ve tüm erkleri elinde toplamıştır. Bununla birlikte, teorik olarak söz konusu güçleri sınırsız biçimde kullanamaz. Onun gücünün sınırlarını Şerîat, dolayısıyla hukuk oluşturmaktadır.