Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İcranın İadesi Kurumunun Hukuki Niteliği ve Buna Bağlı Sonuçlar

Legal Character of Restitution of Execution and Its Consequences

Ozan TOK

İcranın iadesi kurumu borçlu ile alacaklı arasındaki menfaat dengesini sağlar. Kurum, hukuka aykırı takipten önceki durumun geri getirilmesini amaçlar. İcra işlemleri, nitelik olarak birer idari işlem karakterindedir. Bu sebeple idari yargılama hukuku kurumu olan “iptal davasına” ilişkin ilkeler, icranın iadesi bakımından da kıyasen uygulanabilir. İcranın iadesinin hukuki niteliği bu durumda idari yargılama hukukundaki geri alma prosedüründen ibarettir. Bununla bağlantılı olarak iade kararı, icra dairesince re’sen alınabileceği gibi, iade talebi ve kararı İİK m.134/f.VII hükmünde düzenlenen bir yıllık hak düşürücü süreye tabidir. İade alacağı bakımındansa borçlu tarafından ödeme yapıldığı veya mahcuz mallarının paraya çevrildiği tarihten itibaren faiz işletilmesi gerekir.

İcranın Durması, İcra İşlemi, İcra Dairesi, Geri Alma Prosedürü, Hak Düşürücü Süre.

Restitution of execution serves to establish balance of interest between deptor and creditor. This institution aims to reinstate deptor’s legal condition before the unjust pursuit. The acts of pursuit possess also administrative act character. Therefore principles about “nullity action” which are settled by administrative procedure law, can also apply to restitution of execution. Legal character of restitution of execution appears to be a revocation procedure. So execution office has authority to decide in office to iniate the procedure. The procedure has to be initated within one year according to the Execution and Bankrupcy Code (İİK). Execution office has to implement interest to main credit, down from the superior court decision.

Cease of the Execution, Act of Pursuit, Office of Execution, Revocation Procedure, Expiration Date.

1. Giriş

İcranın iadesi, borçlu ile alacaklı arasındaki menfaat dengesini sağlamayı hedefleyen önemli bir takip hukuku kurumudur. 2004 sayılı İİK m.40/f.II hükmünde düzenlenen icranın iadesi ile aynı maddenin birinci fıkrasında düzenlenen icranın durması kurumu birbirinin tamamlayıcısı niteliğindedir. Bu düzenlemelerin altında birçok hukuk sisteminin aksine kanun yoluna müracaatın icrayı durdurucu etkisine sahip olmaması yatar. Kanunda ilgili kurumlar ana hatlarıyla düzenlenmekle birlikte özellikle icranın iadesinin ne şekilde ve hangi hükümlere göre gerçekleşeceğine ilişkin herhangi bir hüküm mevcut değildir. Uygulanacak hükümlere ilişkin bu kanun boşluklarının bilinçli olup olmadığı bir yana; icranın iadesi bakımından kıyasen uygulanacak hükümler meselesi önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bu sorun ise icranın iadesi kurumunun hukuki niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Kurumun hukuki niteliği tespit edilmeksizin kıyasen uygulanacak hükümler konusunda muhakeme yürütmek de mümkün değildir. Çalışma, icranın iadesi kurumuyla alakalı olarak iki sorunu tartışmayı amaçlamaktadır. Birinci sorun icranın iadesinin hukuki niteliğidir. Diğer sorunsa icranın iadesinin hukuki niteliğine bağlı olarak ortaya çıkan sonuçlar; başka bir ifadeyle kurum bakımından uygulanacak hükümlerdir.

Doktrinde çoğunlukla zamanaşımı, temerrüt faizi gibi özel hukuk kurumlarının icranın iadesi kurumu bakımından kıyasen uygulanması gerektiği ifade edilmektedir1 . Buna göre sebepsiz zenginleşmeye ilişkin zamanaşımı süresinin2 veya Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerinde yer alan on yıllık zamanaşımı süresinin3 icranın iadesi bakımından da uygulanması gerektiği ifa edilmektedir. Bu değerlendirmeler şüphesiz bir takip hukuku kurumu olan icranın iadesini, maddi hukuka yaklaştırmaktadır. İcranın iadesi bir takip hukuku kurumu olduğu için uygulanacak hükümleri tespit etmek amacıyla öncelikle takip hukukuna müracaat edilmesi gerekir. Zira icranın iadesinin konusu alacak hakkından ziyade; icra işlemlerinin kendisidir. Gerek icranın durması (İİK m.40/f.I) gerekse de icranın iadesi kurumu (İİK m.40/f.II) bakımından temel müessese şüphesiz icra işlemidir. İcra işlemleri ise maddi hukuk müesseselerine nitelik olarak yabancıdır. Çalışmanın birinci kısmında icranın iadesinin hukuki niteliği icra işlemleri kurumu üzerinden tespit edilecektir. Bu tespite uygun olarak ikinci bölümde icranın iadesi bakımdan uygulanacak hükümler değerlendirilecektir.

2. İcranın İadesinin Yapısı Amacı ve Hukuki Niteliği

2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 40. maddesi ilamlı takip sürecine ilişkin olarak iki durumu düzenlemektedir. Birinci hâl, takibin dayanağını oluşturan ilamın istinaf mahkemesi tarafından kaldırılması veya Yargıtay tarafından bozulmasıdır. Bu durumda takip olduğu yerde durur (İİK m.40/f.I). Takibin durması ileriye etkili sonuç doğuran ve kanun gereği (ipso iure) gerçekleşen bir hukuki durum olarak ortaya çıkar.

Takibin durması sonucunun ileriye etkili olmasıyla kanun yolu mahkemesinin ilamı ortadan kaldıran kararına kadar yapılmış olan icra işlemleri olduğu yerde durur; başka bir ifadeyle icra dairesi tarafından bu işlemler kaldırılamaz4 ; ancak takip durduğu süre boyunca takibin ilerlemesine yönelik başkaca bir icra işlemi de yapılamaz5 . Takibin durması sonucunun doğrudan Kanun hükmünden kaynaklanması sebebiyle de icra dairesinin takibin durduğuna yönelik bir işlem tesis etmesine gerek yoktur. İcra dairesi yalnızca takibin durduğunu tespit etmekle yetinecektir.

İcranın iadesi ise, icranın İİK m.40/f.I hükmüne göre durmasının bir sonraki aşamasını ifade eder. Buna göre takibe dayanak oluşturan ilamın, hukuka aykırı olduğu kanun yolu mahkemesi tarafından tespit edilir; derece mahkemesi kararını bu yönde değiştirir ve karar da kesinleşirse icra dairesi tarafından icra takibi eski hâline iade edilir (İİK m.40/f.II)6 . Aynı maddenin farklı fıkralarında düzenlenen icranın durması ve icranın iadesi kurumları birbirini tamamlar niteliğe sahip olsa da aralarında önemli farklar bulunmaktadır.

İcranın durmasında, takibin dayanağını oluşturan ilamın hukuka aykırılığı konusunda bir şüphe söz konusu olur. Zira icranın durması, kanun yolu mahkemesi tarafından kararın kaldırılması veya bozulmasıyla söz konusu olup bu aşamada henüz yargılama sona ermemiştir. Karar, esasa ilişkin sebeplerle olabileceği gibi usule ilişkin sebeplerle de kaldırılabilir veya bozulabilir. Özellikle kararın usule ilişkin sebeple kaldırılması veya bozulması durumunda ilamın maddi hukuka ilişkin tespitlerinin hukuka aykırılığı hususundaki şüphe daha hafif olacaktır7 . Hâlbuki icranın iadesinin gerçekleşebilmesi için, takibin dayanağını oluşturan ilamın hukuka aykırı olduğuna yönelik bir şüphe yeterli değildir. İcranın iadesi kurumunun öncelikli şartı, bu ilamın nihai bir şekilde ortadan kalkmış olmasıdır8 .

İcranın durması Kanun hükmü gereği gerçekleşir9 . Buna göre icranın durması için, icra dairesi tarafından bir karar alınmasına gerek olmayıp kanun yolu mahkemesi kararının icra dairesine bildirilmesi yeterlidir10 . Hâlbuki icranın iadesi sonucu, Kanunda gösterilen şartlar oluşmakla kanun gereği gerçekleşmez. İlamın nihai bir şekilde ortadan kalkmış olduğunu tespit eden icra dairesinin yapacağı icra işlemiyle icrayı iade etmesi gerekir.

İcranın durması sonucu ileriye etkilidir. Bununla birlikte icranın iadesi, icra işleminin geri alınması prosedürüne dayandığından, geçmişe etkilidir. Örneğin icranın durmasıyla kanun yolu mahkemesinin kararından önce gerçekleştirilmiş haciz düşmez. Hâlbuki icranın, icra dairesi tarafından iadesine karar verildiğinde; daha önce yapılmış olan hacizler ve bunların tamamlayıcı olan muhafaza tedbirleri icra dairesi tarafından kaldırılır.

Gerek icranın iadesi gerekse de icranın durmasının temelinde icra işlemi kurumu bulunmaktadır. Zira iki kurumun da konusunu icra işlemleri oluşturur. İİK m.40/f.I hükmü uyarınca icranın durmasıyla, derece mahkemesi tarafından icranın devamına imkân verecek yeni bir karar verilinceye kadar hiçbir icra işleminin yapılması mümkün değildir. Buna hâlde duran şey icra işlemleridir11 . İİK m.40/f.II hükmüne göre ise şayet derece mahkemesi kanun yolu mahkemesinin kararı çerçevesinde yeni bir muhakeme yapar ve bu muhakeme sonucunda kendisine ilamlı takip başlatılan borçlunun lehine yeni bir karar verirse, kararın içeriğine göre icra kısmen veya tamamen iade edilir. İcranın iadesinin sağlanabilmesi için icra dairesinin icra işlemleri tesis etmesi gerekmektedir. Bu hâlde İİK m.40/f.I hükmüne göre icranın durmasıyla esasen icra işlemleri durmakta ve İİK m.40/f.II hükmüne göre ise iade, ancak icra işlemleri yoluyla gerçekleşebilmektedir. Zira kesin hükümle nihayete ermiş yargılamanın sonucunda ilamlı takibe dayanak oluşturan ilamda hiç veya gösterilen kadar borçlu olmadığı anlaşılan kişinin malvarlığının eski hâle iadesi söz konusudur.

İcranın durmasıyla birlikte icra dairesi hiçbir icra işlemi tesis edemez (İİK m.40/f.I)12 . Ancak icranın iadesi söz konusu olduğunda icra dairesi işlem tesis etmekle yükümlüdür (İİK m.40/f.II). Mademki haksız olduğu tespit edilen bir takibe istinaden borçlunun malvarlığı hukuka aykırı bir şekilde azaltılmıştır; artık borçlunun malvarlığının eski hâle iadesi gerekmektedir13 . Kanun koyucu, icra dairesine borçlunun malvarlığını eski hâle iade görevi ve yetkisi vermektedir. Zira ilamlı takipte takip ile ilam arasında sıkı bağlantının bulunması ve bu takipte borçlunun teknik anlamda itiraz imkânlarından yoksun olması sebebiyle borçlunun hukuki durumu ağırlaşmaktadır. Gerçekten de ilamlı takipte, takip ilamdaki bütün unsurlarla sıkı sıkıya bağlıdır. Bu sebeple ilamda gösterilmeyen hususlar icra emrinin konusunu oluşturamaz. Öyle ki icra emrinde faiz14 , alacağın miktarı15 gibi hususların yanlış gösterilmesi hâlleri, buradaki hukuka aykırılık kamu düzenini de ihlal ettiğinden, süresiz şikâyet sebebi olarak değerlendirilmektedir16 .

İlamlı takibe dayanak oluşturan ilamın daha sonra ortadan kalkması ve bunun kesinleşmesiyle birlikte icra hukukundaki menfaat dengesi, iki sebeple borçlu aleyhine bozulur. Öncelikle ilamlı takibin akıbeti, takibin dayanağını oluşturan ilamla sıkı sıkıya bağlıdır. Takibin dayanağını oluşturan ilamın daha sonra kesin bir şekilde ortadan kalkmasıyla birlikte takip de baştan itibaren hukuka aykırı hâle gelir. Bu durumda şayet borçluya karşı icra işlemleri yapılmış ve bu şekilde borçlunun malvarlığı azalmışsa borçlu, dayanağı ortadan kalkan bir takip sebebiyle malvarlığının aktifinin azalmasına maruz kalır. Diğer bir husussa ilamlı takipte, ilamsız takibin aksine borçlunun teknik anlamda “itiraz” şeklinde bir hakka sahip olmamasıdır. Zira ilamların icrası yoluyla takipte borçlunun hukuki durumuna ilişkin muhakeme, yargılama sırasında yapılmıştır. Bu durumda borçlu, itiraz veya defilerini ilgili yargılamada ileri sürmelidir. Hâl böyle olunca borçlu, yalnızca şikâyet ve İİK m.33 hükmünde düzenlenen icranın geri bırakılması şeklindeki sınırlı muhalefet sebeplerinin dışında hiçbir muhalefet imkânına sahip olmadığı haksız takip sonucu, malvarlığının azalmasıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bu durumda menfaatler dengesi ise ancak icra organı tarafından ve icranın iadesi kurumu üzerinden tesis edilebilir17 . Bu sebeple icranın iadesinin amacı mutlak surette eski hâle iadeyi sağlamaktır18 . Buna karşılık doktrinde bir görüş, alacaklının takip başlattığı sırada takibe dayanak oluşturan bir ilamın mevcut olduğunu, bu ilam ortadan kalkana kadar takibin haksız olarak nitelendirilemeyeceğini ifade etmektedir19 . Nitekim Çelik, icranın iadesi kurumunu alacaklı ile borçlu arasındaki menfaat dengesini sağlama amacı taşıyan bir kurum olarak öngörmektedir. Buna göre ilamlı takibe teknik olarak itiraz imkânı bulunmayan borçlu, takibin ertelenmesini tehir-i icra kurumu üzerinden gerçekleştirebilir (İİK m.36). Ancak borçlu tarafından kanun yolu mahkemesine bu talep yöneltilmemişse ilamın ortadan kalkması üzerine borçlu dava veya takibe müracaat etmeksizin İİK m.40/f.II hükümlerine göre icranın iadesini talep edebilir20 . Yazar, sistematik yorum yaparak icranın iadesi kurumunu, ilamlı takibin borçlu lehine getirilmiş olan diğer kurumu tehir-i icra ile değerlendirmektedir. Gerçekten de iki kurumun ortak noktası bunların borçlu lehine düzenlemeler içermesidir. Ancak iki kurumun birlikte değerlendirilmesi pekâlâ kendisine icra emri gönderilen borçlunun tehir-i icraya müracaat etmemesi üzerine, haksız takibin sonuçlarına bir ölçüde katlanması gerektiği sonucunun düşünülmesine sebep olabilir. Böyle bir kanaat ise oldukça sakıncalı sonuçlar yaratabilecek niteliktedir. Belirtmek gerekir ki maddi anlamda kesin hüküm zaman itibariyle geçmişe etkilidir. Buna göre kesin hüküm, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi olmadan ileri sürülebilecek dava açılmasından sonra ortaya çıkan vakıalar da dahil olmak üzere bütün vakıaları sukut ettirir21 . İlamlı takibin konusunu oluşturan hükmün, kanun yolu mahkemesi tarafından hukuka aykırı olduğu tespit edilir ve bu karar kesinleşirse, alacaklının da takibinde haksız olduğu geçmişe etkili bir şekilde tespit edilecektir. Başka bir ifadeyle, takibin dayanağını oluşturan ilam, muhakemenin dava açıldığı andaki vakıaları kapsaması sebebiyle verildiği andan itibaren hukuka aykırıdır22 .

Aksi görüş ilamlı takibe karşı sınırlı muhalefet araçlarına sahip olmakla birlikte hiçbir itiraz hakkı bulunmayan borçluyu, kendisinin sorumlu olmadığı bir malvarlığı azalmasına tabi kılmak anlamına gelir ki bu hususun bir hukuk devletinde kabulü de mümkün değildir. Aşağıda da açıklayacağımız üzere icranın iadesinin hukuki niteliği de kurumun eski hâle iade amacıyla sıkı sıkıya bağlıdır.