Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Yargıtay Kararları Işığında Taksirli Suçlara İlişkin Şahsi Cezasızlık Sebebi Olarak TCK m.22/6’nın Uygulaması ve Ortaya Çıkan Hukuki Sorunlar

Turkish Criminal Code Art.22/6 as a Personal Impunity Ground with Regrads to Negligent Offenses in the Light of the Decisions of Court of Cassation and Legal Problems Arising Thereof

Pınar BACAKSIZ, Tuğba BAYZİT

Türk Hukuku’na 5237 sayılı TCK ile giren m.22/6, taksirli suçlarda meydana gelen zararın fail için adeta başlı başına bir ceza olması halini düzenler ve bu halde faile ceza verilmemesi gerektiğini ifade eder. Suç politikası açısından gerekli görülen bu hükmün benzeri Alman Ceza Kanunu’nda da yer almaktadır. Bu çalışma hükmün varlık sebebinden ziyade koşullarındaki belirsizliğe odaklanmaktadır. Böylelikle zarar gören kişinin kim olması gerektiği, zararın kapsamı gibi yargı kararlarında da farklı şekilde sonuçlanan uyuşmazlıklar yine Yargıtay Kararları ışığında ele alınacaktır. Sonuç olarak uygulamanın ihtiyaçlarına da cevap vereceğini ve bu hükmü bir cezasızlık bileti olmaktan çıkaracağını umduğumuz bir öneriye yer verilecektir.

Şahsi Cezasızlık Sebebi, Taksir, Suç Genel Teorisi.

Article 22/6, which entered into Turkish Law with the Criminal Code No.5237, regulates that the damage caused by negligent crimes is almost a penalty for the perpetrator and states that the perpetrator should not be punished in such case. A similar provision, which is also required in terms of crime policy, is also included in the German Penal Code. This study focuses on the uncertainty of the circumstances rather than the provision justification for existence. Thus, the disputes resulting differently in judicial decisions such as who the injured person should be and the scope of the damage will be considered in the light of the decisions of the Court of Cassation. As a result, a proposal will be included, which we hope will meet the needs of the judiciary and remove this provision from being a ticket to impunity.

Personal Impunity Ground, Negligence, General Crime Theory.

Giriş

Kanun koyucular kural olarak herkes için aynı şekilde uygulanacak hukuki düzenlemeler yaparlar. Öte yandan suç politikası gereği bazı kişiler için ayrıcalıklar öngörülebilir. Bunlar bazen muafiyet bazen de şahsi cezasızlık sebebi olarak kanunlarda yerini alır.

Türk Ceza Kanunu şahsi cezasızlık sebepleri konusunda iki farklı tutum belirlemiştir. TCK m.167’de yer alan düzenlemede şahsi cezasızlık sebebinin sınırlarını açıkça düzenleyerek hükümden yararlanabilecek kişileri liste halinde belirtmiştir. Öte yandan bu çalışmanın konusunu oluşturan TCK m.22/6, hâkime geniş bir takdir yetkisi tanıyacak şekilde kaleme alınmıştır.

TCK m.22/6’nın çalışmamıza konu edilmesinin nedeni tam da budur. Öncelikle ifade etmek gerekir ki hüküm hâkime takdir yetkisi tanımak isterken, bizce belirsiz bir kapsam yaratmıştır. Hükmün kişi bakımından uygulama koşulları belirsizdir. Bu durum uygulamada da sorunlara neden olmaktadır. Nitekim Yargıtay kararlarında hükmün kapsamını sınırlamaya yönelik yorumlara sıklıkla rastlanmaktadır. Ayrıca söz konusu şahsi cezasızlık sebebinin varlığı halinde, savcının KYOK kararı verip veremeyeceği de tartışılmalıdır. Son olarak fiilden birden fazla kişinin zarar görmesi halinde nasıl hareket edileceği de sıkça Yargıtay kararlarına konu olmuştur.

Buraya kadar ifade edilen hususlar çerçevesinde çalışmamızda, öncelikle TCK m.22/6 genel hatlarıyla ele alınacak ardından da tarafımızca önemli görülen sorulara her biri bir başlık altında olmak üzere cevap aranacaktır. Çalışmamızda, konuya ilişkin Yargıtay kararlarına da olabildiğince yer verilerek uygulamadaki sorunları çözmeye yönelik alternatif bir hüküm önerilecektir.

I. Genel Olarak TCK m.22/6

Taksirli suçlara ilişkin olarak TCK m.22/6’nın getirdiği düzenleme şu şekildedir:

(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.

Hükmün gerekçesi ise aşağıdaki gibi kaleme alınmıştır:1

Örneğin ülkemizde özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere, taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisinin ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi, köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibarıyla, sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu, çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hâllerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır.

Söz konusu fıkraya göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile ceza vermeyebilecektir. Elbette ki hâkim bu husustaki takdirini kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır. Ancak, dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır; böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır. Fıkrada yazılı suç bilinçli taksir hâlinde işlenirse ceza yarıdan üçte birine kadar indirilebilir.

Görüldüğü üzere gerekçe hukuki olmaktan ziyade sosyal bir gerçekliğe işaret etmektedir. Doktrinde Ünver, hükmün gerekçesini eleştirmektedir. Yazara göre, hükmün gerekçesinde verilen örnekler eşitlik ilkesine aykırıdır. Failin ailevi ve kişisel durumunun işlediği taksirli fiil nedeniyle cezalandırılmasını engellememesi gerekir. Aksi halde toplumun ekonomik olarak farklı sınıfları ceza hukuku önünde farklı muamele görecektir ki bu da kabul edilemez.2

Gerekçenin isabetli olmadığı konusunda Ünver’e katılmaktayız. Hiçbir ceza normu toplumun belli kesimleri için uygulama alanı bulacak şekilde kaleme alınamaz. Fakat gerekçedeki isabetsizliklerin hükme ihtiyaç olmadığı şeklinde yorumlanmaması gerektiği kanaatindeyiz.

Hüküm yukarıda ifade edildiği üzere bir sosyal gerçekliğe işaret ettiği gibi, Alman doktrininde de ifade edildiği üzere cezanın önleme amacının ortadan kalktığı hallerde bir işlev üstlenmektedir.3 Dolayısıyla, hükmün içeriği bu çalışmada eleştirilecek olsa da varlığının muhafaza edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bu düzenleme, sözü edildiği üzere, 765 sayılı TCK’da yer almayıp hukukumuza 5237 sayılı TCK ile girmiştir. Doktrinde “vicdan rahatlatan hüküm” olarak isimlendirilen bu düzenleme hukuk sistemimizde hâkimin sıklıkla karşı karşıya kaldığı bir vicdani yükü hafifletmektedir.4

765 sayılı TCK döneminde, failin taksirli hareketiyle aile bireylerinden birisine zarar vermesi halinde5 verilen kararlarda hâkimin hukuk ile vicdanı arasına sıkıştığına sıklıkla şahit olunmaktaydı. Bu tür olaylarda ilk derece mahkemeleri ve Yargıtay vicdanları ağır basarak somut olayda kaza ve tesadüfün söz konusu olduğu yönünde kararlar vermekteydi. Pek çok olayda taksir net bir şekilde görülebilmesine rağmen failin içinde bulunduğu durum yargıyı bu şekilde esasen hukuka aykırı karar vermeye itmekte idi. Bu yönde verilmeyen kararlar ise cezanın paraya çevrilmediği gerekçesiyle bozulmakta idi.6

Hukukumuzda bu sorunları ortadan kaldırmayı amaçlayan TCK m.22/6’nın uygulanma koşulları şunlardır:

- İşlenen suç taksirli bir suç olmalıdır.

- Suç failin kişisel ve ailevi durumu üzerinde etkili olmalıdır.

- Suçun meydana getirdiği zarar artık bir cezanın verilmesini gereksiz kılacak bir etki doğurmalıdır.