Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Sorunu ve Türkiye Bakımından Değerlendirme

The Problem of the Delimitation of Maritime Jurisdiction Areas in the Eastern Mediterranean and Assessment from the Viewpoint of Turkey

Tayfur YUMUŞAK

Doğu Akdeniz havzası, son zamanların, üzerinde en çok hukuki tartışma bulunan konularından birisidir. Bu tartışmalar 2008 yılında Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz yataklarının keşfedilmesi ile başlamıştır. Zira keşif ile birlikte Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması sorunu ortaya çıkmıştır. Doğu Akdeniz’e kıyısı olan devletler arasındaki ihtilaflar çözümü zorlaştırmaktadır. Bunun yanı sıra Doğu Akdeniz havzasının karmaşık fiziki coğrafyası da çözüm ihtimalini zorlaştırmaktadır. Buna rağmen uluslararası hukuk bu konuda çözüm önerilerine sahiptir.

Hukuk, Uluslararası Hukuk, Doğu Akdeniz, Kıta Sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge.

The Eastern Mediterranean basin is one of the topics legally discussed in the recent times. These discussions started with the discovery of oil and natural gas deposits in the Eastern Mediterranean in 2008. The problem of limiting the maritime jurisdiction areas in the Eastern Mediterranean has emerged with the discovery. Disputes between the states those have coasts to the Eastern Mediterranean make it difficult to resolve. In addition, also the complex geography of the Eastern Mediterranean complicates the possible solution of the Eastern Mediterranean basin. Despite this, international law has solution offers in this matter.

Law, International Law, Eastern Mediterranean, Continental Shelf, Exclusive Economic Zone.

I. Giriş

Uluslararası deniz hukukunun temeli uluslararası teâmül hukuku kurallarıdır. Bu kuralların yazılı hâle getirilmesi ile karşımıza iki temel sözleşme çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, I. Deniz Hukuku Konferansı neticesinde ortaya çıkan 1958 tarihli Cenevre deniz hukuku sözleşmeleridir. Bunlar; Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi, Açık Deniz Sözleşmesi, Kıta Sahanlığı Sözleşmesi, Açık Denizlerde Balıkçılık ve Canlı Kaynakların Korunması Sözleşmesi olmak üzere dört sözleşme ve uyuşmazlıkların çözümüyle ilgili Seçmeli Protokoldür. Bununla birlikte Cenevre sözleşmeleri, karasularının genişliği, balıkçılık ve kıta sahanlığı gibi konularda yeterli çözüm getiremediği için deniz hukuku alanında arayışlar devam etmiş, nihayetinde 1982 yılında toplanan III. Deniz Hukuku Konferansı neticesinde Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ortaya çıkmıştır.

Doğu Akdeniz bölge devletlerinden Mısır 26 Ağustos 1983’te, Yunanistan 21 Haziran 1995’te, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 12 Aralık 1988’de, İtalya 13 Ocak 1995’te, Lübnan 5 Ocak 1995’te, Malta 20 Mayıs 1993’te ve Tunus 24 Nisan 1985’te; 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesine taraf olmuşlardır. Buna karşılık; İsrail, Suriye, Libya ve Fas bu Sözleşme’ye taraf değillerdir. Türkiye, hem 1958 tarihli Cenevre sözleşmelerine hem 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesine taraf değildir.1

Uluslararası teâmül kurallarından ve bunları geliştirip kodifiye eden (yukarıda sayılı bulunan) sözleşmelerden anlaşılacağı üzere devlet ülkesinin bir parçasını oluşturan deniz alanları; iç sular,2 karasuları,3 bitişik bölge,4 münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı ve açık denizlerdir.5 Bu alanların her biri farklı sınırlandırmaya tâbi olup kıyı devletine farklı yetkiler tanımaktadırlar. Makalemiz bakımından önem arz eden deniz alanları ise kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgedir. Bunlara sırasıyla değinmekte fayda görünmektedir. Bu deniz alanlarıyla ilgili genel kurallara değindikten sonra bu kuralların Doğu Akdeniz üzerindeki yansımalarını ele alacağız.

II. Kıta Sahanlığı

Kıta sahanlığı, kıyı devletinin kara ülkesinin, denizin altında süren doğal uzantısına verilen addır.6 Hukuki olarak kıta sahanlığı, “karasularının ötesinde başlayıp belirli bir uzaklık ve derinliğe kadar giden deniz tabanı ve toprak altı” şeklinde ifade edilebilecektir.

Kıta sahanlığı sınırının belirlenmesiyle ilgili 1958 tarihli Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi, derinlik ve işletilebilirlik olmak üzere iki kriterden hareket etmiştir. Derinlik ölçütüne göre kıta sahanlığı, deniz yüzeyi ile taban arasındaki derinliğin 200 metre olduğu noktaya kadar uzanmaktadır. Bu ölçüte göre kıta sahanlığı esas çizgiden ölçülmemekte, karasularının ötesinde derinlik hangi noktada 200 metreye ulaşıyorsa oraya kadar uzandığı kabul edilmektedir. İşletilebilirlik ölçütüne göre şayet kıyı devleti, derinliğin 200 metre olduğu noktadan sonraki alanlarda bulunan doğal kaynakları da işletebiliyorsa, kıta sahanlığı bunların işletilebildiği yere kadar uzanabilecektir. Ancak teknolojik gelişmeler ve deniz alanlarının sığ olabilme durumu işbu Sözleşmenin yetersiz kalmasına neden olmuş ve konuyla ilgili yeni düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur.7 Bu kapsamda 1982 tarihli BM Deniz Hukuk Sözleşmesi ortaya çıkmıştır.

1958 tarihli Cenevre Sözleşmesinden farklı olarak 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, kıta sahanlığıyla ilgili genişlik ve doğal uzantı olmak üzere iki yeni ölçüt getirmiştir. Şöyle ki, şayet kıyı devletinin etrafındaki deniz genişliği müsait ise kıta sahanlığı, esas hatlardan başlamak üzere kıyı devletinin karasularının ötesine 200 mil kadar uzanabilecektir.8 Deniz genişliğinin elvermesi ve kıyı devletinin deniz altında doğal uzantısı olması halinde kıta sahanlığı 350 mile kadar uzanabilecektir. Ancak doğal uzantı elverse bile kıta sahanlığının dış sınırı, karasularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 350 deniz milini veya 2500 metre derinlikten itibaren 100 mili aşmayacaktır.9 Yine doğal uzantının 200 mile kadar uzanmadığı yerlerde, jeolojik yapısı ne olursa olsun kıyı devletinin kıta sahanlığı 200 mile kadar uzanacaktır.10

Kıta sahanlığı, kıyı devletine, madenler ve diğer cansız kaynaklar11 ile deniz yatağı ve toprak altı ile sürekli temas halinde olan canlılar12 üzerinde haklar tanımaktadır. Bu haklar, münhasıran13 kıyı devletine aittir, kıyı devletinin rızası olmadan üçüncü devletlerce kullanılamazlar. Bu hakların kullanılabilmesi için de ilan veya bildirim şartı bulunmamaktadır. Kıyı devletinin kıta sahanlığı sınırları içerisinde münhasır ekonomik bölgesi varsa şu halde münhasır ekonomik bölgeye ilişkin kurallar uygulanacaktır. Ancak bunun için ilan zorunluluğunun bulunduğunu da not etmemiz gerekir.14

Kıta sahanlığının tanıdığı hakları kullanmak için kıyı devletine bazı konularda gerekli yetkiler tanınmıştır. Bunların başında doğal kaynak arama ve işletme için gerekli tesis ya da platform kurmak ve bunların etrafında 500 metre çapında güvenlik alanı ilan etmek gelmektedir.15 Bununla beraber, kıyı devleti kıta sahanlığı üzerinden haklara sahip olduğu gibi birtakım yükümlülüklere de tabidir. Şöyle ki; kıta sahanlığından doğan hiçbir hak, üçüncü devletlerin haklarını makul olmayacak biçimde kısıtlayamaz.16 Örneğin, üçüncü devletler bir devletin kıta sahanlığı üzerinde, kıyı devletinin isteklerini göz önünde bulundurmak şartıyla, kablo veya petrol, doğalgaz borusu yerleştirme hakkına sahiptir. Ayrıca kıta sahanlığının tanıdığı haklar, kıta sahanlığı üzerinde bulunan su tabakası veya hava sahası rejimini hiçbir biçimde değiştirmeyecektir.17 Örneğin, üçüncü devletlerin, kıta sahanlığı üstündeki su tabakası üzerinde ulaşım ve diğer konulara ilişkin hakları olduğu gibi devam etmektedir.

Kıyıları bitişik veya karşı karşıya olan komşu devletler arasındaki deniz alanı 400 milin altında ise bu devletlerin kıta sahanlıklarını birbirlerinden ayıracak bir sınırın oluşturulması gerekir. Konuya aşağıda dönülecektir.

Son olarak ifade etmek gerekirse, Türkiye’nin Karadeniz’de, Ege’de ve Akdeniz’de kıta sahanlıkları vardır. Ancak her üç denizde de, bu denizlere komşu (kıyıları karşı karşıya ya da bitişik olan) devletlerle sınırlandırma andlaşmaları yapılması gerekmektedir. Türkiye, Karadeniz’de 1978 yılında Sovyetler Birliği ile kıta sahanlığı sınırını oluşturmuştur.18 Bu andlaşmaya; Ukrayna, Rusya Federasyonu ve Gürcistan haleftir. Bulgaristan ile yan sınır 1997 tarihli bir andlaşmayla oluşturulmuştur.19 Türkiye, Ege’de kıta sahanlığı sınırlandırma andlaşması yapılabilmiş değildir. Akdeniz’de ise 2011 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti20 ile 2019 yılında Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti21 arasında birer sınırlandırma andlaşmaları yapılmıştır. Buna rağmen Akdeniz’de sorunlar sona ermiş değildir. Konuya aşağıda dönülecektir.

III. Münhasır Ekonomik Bölge

Münhasır ekonomik bölge BM Deniz Hukuku Sözleşmesi yeniliğidir. Esas çizgiden itibaren 200 deniz mili uzağa kadar ilan edilebilen, kıyı devletinin karasularının ötesinde ve ona bitişik bir deniz alanıdır.22

Münhasır ekonomik bölge, temel olarak kıyı devletinin egemenliği altında olmayan ancak bu alanda hem deniz tabakasında hem de deniz tabanında ve deniz tabanının altında bulunan bütün canlı23 ve cansız doğal kaynaklar24 üzerinde kıyı devletine münhasır yetkiler tanıyan bir deniz alanıdır. Münhasır ekonomik bölgede kıyı devletinin doğal kaynaklar üzerinde sahip olduğu haklar, kıta sahanlığı üzerinde sahip olunan haklar ile bunlara ek, su tabakasından sahip olunan ekonomik hakları içermektedir.25

Münhasır ekonomik bölgenin belirlenmesi için “ilan” ve “andlaşma” şeklinde iki ayrı ya da bütünler yöntem bulunmaktadır. Bu yöntemlerle münhasır ekonomik bölge ilan eden kıyı devletinin, ilan ettiği münhasır ekonomik bölgeyi gösteren harita yayımlayarak veya coğrafi koordinatlara ilişkin listeleri gerektiği şekilde yayımlayarak bunların bir nüshasını BM Genel Sekreteri’ne göndermesi gereklidir.26

Kıyı devletinin doğal kaynaklar üzerinde sahip olduğu haklar kendisine bunları arama, koruma, işletme ve düzenleme yetkileri sağlamaktadır. Örneğin, BM Deniz Hukuku Sözleşmesinde deniz suyundan, akıntıdan ya da rüzgârdan enerji üretilmesi açıkça belirtilmektedir.27 Ayrıca bu yetkilerin kullanılabilmesi için bazı haklar daha tanınmıştır. Bunların başında; doğal kaynak arama ve işletme için gerekli tesis ya da platform kurma, bunların etrafında 500 metre çapında güvenlik bölgesi ilan etme, doğal kaynakların özellikle de canlı kaynakların korunmasına ilişkin tedbirler alma şeklindeki haklar gelmektedir.28 Bununla birlikte, münhasır ekonomik bölge kavramı ile ters düşmeyecek ve üçüncü devletlerin haklarına zarar vermeyecek başka ekonomik nitelikli faaliyetlerin de bu çerçevede gerçekleştirilmesi olanağı vardır.

Kıyı devleti, bu deniz alanı üzerinde sadece ekonomik nitelikli haklara sahip değildir. Aynı zamanda birtakım idari ve yargısal yetkilere sahiptir. Örneğin, kıyı devletinin bu deniz alanında suni adalar veya tesisler kurabilmesi,29 bilimsel araştırmalar yapması, çevre koruması ve düzenlemesi30 yapması idari yetkilere örnek sayılabilir.31 Bununla birlikte, canlı kaynakların işletilmesi, saklanması ve araştırılması amacıyla egemenlik haklarını kullanabilmek için kıyı devleti kontrol, yanaşma, tutuklama ve yargılamaları da içine alacak şekilde tüm önlemleri alma yetkisine haizdir. Bunlarda yargısal yetkilere örnek sayılabilir. Ancak aksi ilgili devletler tarafından kararlaştırılmadıkça kıyı devletinin hapis cezası verme yetkisi yoktur.32

Münhasır ekonomik bölge, kıyı devletinin egemenliği altında bir alan olmayıp kıyı devletine, sadece doğal kaynaklar üzerinde münhasır yetkiler tanımaktadır. Bir başka ifadeyle, kıyı devletinin münhasır ekonomik bölge üzerindeki bu hakları, üçüncü devletlerin bu alanda deniz ulaşımına ilişkin hakları ile kablo ve boru döşeme haklarına engel oluşturmamaktadır.33 Ayrıca ifade etmek gerekir ki, kıyı devletinin sahip olduğu haklar birtakım sınırlandırmalara da tâbi olabilir. Bunlardan ilki denize kıyısı olmayan devletlere,34 ikincisi coğrafya bakımından elverişsiz devletlere35 münhasır ekonomik bölgeden yararlanma hakkının tanınmasıdır.

Kıyıları bitişik veya karşı karşıya olan komşu devletler arasındaki deniz alanı 400 milin altında ise bu devletlerin kıta sahanlıklarını birbirlerinden ayıracak bir sınırın oluşturulması gereklidir. Münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığının sınırlandırılmasında aynı prensipler benimsenmiştir. Konuya aşağıda dönülecektir.

Hem münhasır ekonomik bölge hem kıta sahanlığı açık deniz rejiminin istisnası niteliğindedir ve kıyı devletine belli bir bölgede münhasır haklar verir. Ancak bu iki deniz alanı arasında bazı farklar bulunmaktadır.36 Şöyle ki; kıta sahanlığı, kara ülkesinin denizdeki doğal uzantısına göre tespit edilirken münhasır ekonomik bölge, kıyı devletinin coğrafi yapısından bağımsız olarak kıyı devletine canlı - cansız kaynakların araştırılması ve işletilmesi konusunda hak verir. Münhasır ekonomik bölge alanı kıyı devleti tarafından ilan edilirse sahip olunabilir. Kıyı devleti ya kendiliğinden ya da andlaşmayla bu alana sahip olabilmektedir. Kıta sahanlığının ise kıyı devleti tarafından ilan edilmesine veya bildirilmesine gerek bulunmamaktadır. Kıta sahanlığı bazı şartlarda 200 deniz milini geçebilir. Doğal uzantı elverdiği takdirde 350 mile kadar uzanabilir. Münhasır ekonomik bölge alanı ise sadece 200 mil ile sınırlıdır. Kıta sahanlığı ağırlıklı olarak cansız doğal kaynak arama ve elde etmeye yönelik olarak deniz tabanını ve onun toprak altını işletmeye dayanmaktadır. Münhasır ekonomik bölge ise hem canlı hem cansız doğal kaynakların elde edilmesi için ilan edilmektedir. Bundan dolayı kıta sahanlığıyla ilgili hakları da kapsamına alan münhasır ekonomik bölge alanı, kıyı devletine kıta sahanlığına göre daha geniş yetki ve kullanım haklarını tanımaktadır. Yani münhasır ekonomik bölge kapsayıcıdır ve kıyı devletine daha geniş haklar verir. Uygulamada münhasır ekonomik bölge, balıkçılık konusunda da ilave yetkiler verir.37

Son olarak ifade etmek gerekirse, Türkiye, 1986 yılında Karadeniz’de münhasır ekonomik bölge ilan etmiştir.38 1987 yılında ise Sovyetler Birliği ile münhasır ekonomik bölge sınırını oluşturmuştur.39 Bu andlaşmaya; Ukrayna, Rusya Federasyonu ve Gürcistan haleftir. Bulgaristan ile yan sınır, 1997 tarihli bir andlaşma ile oluşturulmuştur.40 Türkiye, Ege’de sınırlandırma andlaşması yapabilmiş değildir. Akdeniz’de ise 2019 yılında Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti41 ile bir sınırlandırma andlaşması yapılmıştır. Buna rağmen Akdeniz’de sorunlar sona ermiş değildir. Konuya aşağıda dönülecektir.