Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Türk Hukukunda Kamu Tüzel Kişilerinin Bireysel Başvuru Hakkı Sorunu

The Issue of the Right to Individual Application of the Statutory Bodies

Cem Ümit BEYOĞLU, Yakup ÇOKKAŞ

2010 yılında yapılan Anayasa Değişikliği ile getirilen bireysel başvuru hakkı, kamu gücü tarafından temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen kişilerin başvurabileceği bir kanun yoludur. Anayasanın 148. maddesinde, herkesin bireysel başvuru yapabileceği öngörülmüş iken, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru yapması yasaklanmıştır. Anayasal düzenleme ile kanuni düzenleme arasındaki uyumsuzluk, temel hak ve özgürlüklerin korunması ve güvence altına alınması amacı bakımından değerlendirilmesi ve çözülmesi gereken bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Çalışmamız, söz konusu sorunu ele almayı ve mümkün olan çözüm önerilerini sunmayı amaçlamaktadır.

Kamu Tüzel Kişileri, İşlevsel Kriter, Özerklik, Kişi Yönünden Ehliyet, Adil Yargılanma Hakkı.

The right to individual application, introduced with the Constitutional Amendment in 2010, is a legal remedy that can be applied by people whose fundamental rights and freedoms are violated by the public power. While it is stipulated in the 148th Article of the Constitution that everybody can make an individual application, it is forbidden for the statutory bodies to make individual applications with the 2nd paragraph of the 46th article of the Law on the Establishment and Judicial Procedures of the Constitutional Court numbered 6216. This inconsistency between the constitutional regulation and the legal regulation has emerged as an issue that should be evaluated and resolved in terms of protecting and securing fundamental rights and freedoms. Our study aims to deal with this issue and to offer possible solutions.

Statutory Bodies, Functional Criterion, Autonomy, Ratione Personae, Right to Fair Trial.

GİRİŞ

Bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklerin kamu gücü tarafından ihlal edilmesi durumunda başvurulabilecek ikincil ve yardımcı nitelikli bir olağanüstü kanun yoludur1 . Bireyin Anayasa ile teminat altına alınmış olan temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği gerekçesiyle, hakkının korunması için doğrudan Anayasa Mahkemesine başvurabilmesini ifade etmektedir2 .

Anayasa’nın 148. maddesinin 3. fıkrasına göre, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”. Buna göre, herkesin belli koşullar altında bireysel başvuru yapabileceği Anayasal hükümle ortaya konmaktadır. Öte yandan, 6126 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin 2. fıkrasına göre, “Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz. Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir.”.

Söz konusu mevzuat hükümlerini incelemeden önce, karşılaştırmalı hukuk yönünden ilişkili olduğu ölçüde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yaklaşımı ile Alman hukukundaki duruma temas edilecektir. Ardından Türk hukukunda bireysel başvurunun anlam ve işlevi bakımından belirtilen Anayasa ve yasa hükümleri çerçevesinde, Anayasa Mahkemesi’nin kişi yönünden yetkisine ilişkin olarak “kamu tüzel kişileri” ayrıca değerlendirilecektir. Zira Anayasada herkesin bireysel başvuru hakkı düzenlenmiş iken; 6216 sayılı Kanun’da kamu tüzel kişilerine yönelik kategorik bir kısıtlama mevcuttur. Öte yandan, kamu tüzel kişiliğinin belirlenmesinde hangi ölçütlerin kullanıldığının tespitine ihtiyaç vardır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruda kişi yönünden yetkisi bağlamında, çalışmamızda kamu tüzel kişiliğine ilişkin ölçütlere de yer verilecektir. Nihai olarak ulaşılan sonuçlara, bunlarla bağlantılı şekilde çözüm önerilerine değinilerek çalışmaya son verilecektir.

I. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ YAKLAŞIMI ÇERÇEVESİNDE KAMU TÜZEL KİŞİLERİNİN BİREYSEL BAŞVURU HAKKI

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi3 (AİHS) bağlamında yapılan bireysel başvurularda kişi yönünden ehliyet hususu, “Bireysel başvurular” başlıklı 34. maddede: “Bu Sözleşme veya protokollerinde tanınan haklarının Yüksek Sözleşmeci Taraflar’dan biri tarafından ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu öne süren her gerçek kişi, hükümet dışı kuruluş veya kişi grupları Mahkeme’ye başvurabilir. Yüksek Sözleşmeci Taraflar bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını hiçbir surette engel olmamayı taahhüt ederler.” şeklinde düzenlenmiştir. Söz konusu düzenleme uyarınca, yapılan başvuruların gerçek kişiler, hükümet dışı kuruluş veya kişi grupları tarafından gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Çalışmamızın konusu açısından; kamu tüzel kişilerinin, bir gerçek kişi veya kişi grubu olarak nitelenemeyeceği barizdir. Bu bağlamda; kamu tüzel kişilerinin bir hükümet dışı kuruluş olup olmadığının ele alınması doğru olacaktır. Nitekim Mahkeme de kişi bakımından ehliyet konusunu değerlendirdiği kabul edilebilirlik kararlarında, incelemesini bu niteleme temelinde gerçekleştirmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), genel anlamda; devletin teorik anlamda insan haklarının taşıyıcısı olamayacağı gerekçesiyle, kamu tüzel kişilerinin Mahkeme’ye başvuru yapamayacağına hükmetmektedir4 . Kamu tüzel kişilerinin AİHM nezdinde başvuru hakkına sahip olup olmadığı konusunda, özellikle çalışmamız açısından ele alınması gereken değerlendirmesi, 28 Ocak 2020 tarihli kabul edilebilirlik kararında yer almaktadır. İleride Türk Hukuku başlığı altında da değinilecek olan İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurunun reddedilmesi sonrasında, ilgili tüzel kişi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de başvuru yapmıştır. Mahkeme’nin bu başvuru sonucunda vermiş olduğu karar, gerek yürürlükteki Türk Hukukunu da göz önünde bulundurması gerekse oldukça yeni tarihli bir karar olması bakımından oldukça önemlidir. Bu bakımdan kararın ayrıntılı şekilde değerlendirilmesi, Mahkeme’nin yaklaşımının anlaşılması açısından yararlı olacaktır. Mahkeme, Slavic Üniversitesi isimli Bulgar Üniversitesinin yapmış olduğu başvuruya atıf yaparak, kamu hukukunu aşan ayrıcalıklara sahip olan Bulgar üniversitelerinin devlet yapılarına dahil olduğunu ve dolayısıyla Sözleşme’nin 11. maddesi5 nezdinde birer dernek olarak değerlendirilemeyeceğini ifade etmiştir. Mahkeme, önceki kararlarında belediyeler gibi hükümet kuruluşlarına da değinerek; bu kuruluşların özel nitelikli işlemlerinin veya bu kuruluşların kamusal ayrıcalıklarını ve üstünlüklerini kullanmadıkları işlemlerinin, ilgili kuruluşların potansiyel başvuran olarak değerlendirilmelerini mümkün kılan bir gerekçe teşkil edemeyeceği sonucuna ulaştığını, nitekim Sözleşme’nin 34. maddesinin bu açıdan sınırlayıcı olduğunu birçok defa içtihatlarıyla doğrulandığını belirtmiştir. Mahkeme, hükümet dışı kuruluş niteliğini; tüzel kişinin hukuki statüsünün ve bu statünün kendisine tanıdığı ayrıcalıkların, üstünlüğün ve yürüttüğü faaliyetin niteliğinin, bağlamının ve siyasi makamlara göre özerklik derecesinin dikkate alındığını ifade etmiştir6 .

Mahkeme belediyeler konusunda; yerel yönetim kuruluşlarının hükümet dışı bir örgüt veya kişi grubu ya da topluluğu olmadığı için, başvuru hakkı bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır7 . Dolayısıyla Mahkeme, kamu kurum ve kuruluşları, yani kamu tüzel kişilikleri ile devlete ait şirketlerin başvuru hakkı bulunmadığına karar vermiştir8 . Nitekim Mahkeme, bir kamu kuruluşunun başvuran statüsünü incelerken, yapılan başvurudan ve işlemlerden bağımsız olarak, kamu ayrıcalığı ve üstünlüğünü kullanma yetkisini kriter olarak aldığını eklemiş ve üniversitelerin bilimsel ve mali özerkliğe sahip olduğuna değinmiştir.

Türk Hukuku nezdinde yaptığı değerlendirme sonucunda Mahkeme; devlet ve vakıf üniversiteleri olmak üzere iki tür üniversite yapısı öngörüldüğünü ve bu üniversitelerde kar amacı güdülmeksizin eğitim verilmesi zorunluluğu olduğunu ifade etmiştir. Kamu hizmeti veren üniversitelerin; bütçesi ve akademik işleyişi üzerinde sıkı bir denetim uygulandığını, vakıf üniversitelerinin akademik ve idari örgütlenmesinin devlet üniversitelerine benzer oluşturulduğunu belirten Mahkeme, üniversitelerin özerkliğini de ele almıştır. Nitekim Mahkeme, üniversitelerin bilimsel ve mali özerkliğe sahip olsalar da, merkezi idareden tamamen özerk bir durumda olmadığını ve Türk Anayasa Mahkemesi’nin de devlet ile vakıf üniversiteleri arasında ayrım yapmadığını teyit etmiştir.

Mahkeme, başvuran üniversitenin kanun ile kamu hizmeti vermek amacıyla kurulduğunu, kamu kişisi üstünlüğü ve ayrıcalığına sahip olduğunu, kamu yönetimi amaçlarını izlediğini, kamu tüzel kişiliğine sahip olduğunu, devletin tekelinde olan söz konusu kamu hizmetinin çok sıkı koşullar altında kendisine verildiğini, bu hizmetin ticaret hukukuyla düzenlenen bir faaliyet olamayacağını ve dolayısıyla başvuran üniversitenin bu kamu hizmetini yürütürken devletin denetimi ve gözetimi altında ulusal hukuk kurallarına uygun şekilde yerine getirilebileceğini ifade etmiştir. Mahkeme sonuç olarak: “bütün bu değerlendirmeleri ve özel ulusal bağlamı dikkate alarak, mevcut başvurunun, ilke olarak kamu yetkisinin kullanımı alanına giren bir eylem olan fiilen (de facto) özel kişilere ait arazilerinde kamulaştırılmasıyla ilgili bir davaya ilişkin olduğunu kaydederek, başvuran üniversitenin Sözleşme’nin 34. Maddesi anlamında ‘hükümet dışı kuruluş’ olarak nitelendirilemeyeceği kanaatine varmaktadır.” şeklinde bir sonuca ulaşmış ve söz konusu başvurunun, Sözleşme’nin kişi yönünden (ratione personae) bağdaşmadığı gerekçesiyle, reddedilmesine karar vermiştir9 .

Mahkeme ayrıca belediyeler açısından Türkiye aleyhine yapılan başvurulara ilişkin vermiş olduğu iki kabul edilebilirlik kararında genel anlamda; Türk hukukuna göre, belediyenin amacının yerel halkın toplu ihtiyaçlarını karşılamak olan bir tüzel kişi olduğunu ve karar alma organının üyeleri doğrudan oyla seçildiğini, bütçesinin başta vergiler ve para cezaları olmak üzere diğer kamu gelirlerinin yanı sıra, genel bütçeden sağlanan tahsislerden oluştuğunu ifade etmiştir. Mahkeme ayrıca belediyelerin kamulaştırma, yönetmeliklerin yayımlanması gibi kamu otoritesi yetkilerini ve ayrıcalıklarını kullandığına da değinerek, yerel makamların kendi çıkarları doğrultusunda dayanaklarının olmamasına ilişkin köklü içtihattan ayrılmasına izin verecek hiçbir şeyin olmadığı sonucuna ulaşmış ve yerel yönetimlerin başvuru yapamayacağına karar vermiştir10 .

Mahkeme devlet tüzel kişisi dışında yer alan diğer kamu tüzel kişilerinin yapmış olduğu başvurulara ilişkin verdiği kabul edilebilirlik kararlarında genel olarak, işlevsel kriterden ziyade organik kriteri esas almıştır. Mahkeme, başvuran kamu tüzel kişisinin kamu ayrıcalığı ve üstünlüğüne sahip olması halinde hükümet dışı kuruluş olarak nitelendirilemeyeceğine karar vermiş ve başvurulara konu işlemlerde başvuran tüzel kişinin bir kamu ayrıcalığı veya üstünlüğüne dayanarak hareket edip etmediğini ayrıca incelememiştir11 . Başvuran tüzel kişilerin herhangi bir şekilde bu kamu hukuku üstünlüğü ve ayrıcalığına sahip olmasını yeterli gören Mahkeme, bu kişilerin girmiş olduğu eşitler arası ilişkiler ve bu kapsamda gerçekleştirmiş oldukları işlemler ve faaliyetleri konu alan başvuruları yapamayacağı sonucuna ulaşmıştır.

Mahkeme her ne kadar kamu tüzel kişilerinin başvuru hakkının bulunmadığına karar vermiş olsa da, bilindiği üzere Sözleşme, evrensel anlamda temel hak ve özgürlükler hususunda asgari güvenceleri içermektedir. Yani Sözleşme kapsamında yer alan güvenceler, devletler açısından minimum seviyeyi ifade etmektedir. Taraf devletlerin, Sözleşme kapsamında yer alan hak ve özgürlüklere ilişkin güvencelerin ötesinde, daha geniş güvenceler öngörmesi mümkün olup, devletlerin yeni hak ve özgürlükler tanıması ve güvence altına alması da mümkündür. Nitekim Sözleşme’nin “Hakları kötüye kullanma yasağı” başlıklı 17. maddesi: “Bu Sözleşme’deki hiçbir hüküm, bir devlete, topluluğa veya kişiye, Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesi veya bunların Sözleşme’de öngörülmüş olandan daha geniş ölçüde sınırlandırılmalarını amaçlayan bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkı verdiği biçiminde yorumlanamaz.” şeklindeki düzenlemesini de bununla ilişkili olarak yorumlamak doğru olacaktır. Zira söz konusu yasak, devletleri de bağlamakta ve evrensel anlamda hak ve özgürlüklerin korunmasını amaçlamaktadır. Buna ek olarak, “Tanınmış insan haklarının korunması” başlıklı 53. maddesi: “Bu Sözleşme hükümlerinden hiçbiri, herhangi bir Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın yasalarına ve onun taraf olduğu başka bir Sözleşme uyarınca tanınmış olabilecek insan hakları ve temel özgürlükleri sınırlayacak veya onları ihlal edecek biçimde yorumlanamaz.” şeklindeki düzenlemesi de bu açıdan önem arz etmektedir. Özellikle evrensel anlamda hukuk devleti ilkesinin de temel bir ayağını oluşturan adil yargılanma hakkı bakımından, kamu tüzel kişilerinin başvuru yapabilmesinin mümkün olması gerekmektedir.

Gerçek kişilerin, derneklerin, vakıfların, şirketlerin adil yargılanma hakkına dayanarak başvuru yapmasının mümkün olması, ancak belediyelerin, üniversitelerin ve diğer kamu tüzel kişilerinin böyle bir başvuru yapmasının yasaklanması çelişkili bir durum yaratmaktadır. Gerek iki kamu tüzel kişisi arasındaki hukuki uyuşmazlıklar gerekse bir kamu tüzel kişisi ile özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar bakımından, yargılama sürecinde ortaya çıkabilecek bazı sorunlar neticesinde, hukuka aykırı veya adil olmayan bir sonucun bir kamu tüzel kişisi aleyhine ortaya çıkması halinde, telafisi imkansız zararların doğması oldukça muhtemeldir. Hatta AİHM nezdinde kişi grupları şeklindeki öznelerin başvuru yapabilmesi, ancak adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan güvenceleri ihlal edilen kamu tüzel kişilerinin başvuru hakkının kabul edilmemesi durumu oldukça yanlış neticeler doğurabilecektir. Adil yargılanma hakkının yanında, üniversitelerin akademik özerkliği ile yerel yönetimlerin özerkliği de önemli birer güvence olarak, ilgili kamu tüzel kişileri lehine korunması gerekli hususlardır.

Mahkeme’nin kamu tüzel kişilerine ilişkin söz konusu olumsuz yaklaşımı kural olsa da, istisnai olarak bazı faktörlere bağlı olarak kamu tüzel kişilerinin başvurularını da kabul edebilmektedir. Bu bağlamda; başvuran tüzel kişinin hukuksal statüsü, hukuksal statüsüne tanınan haklar, gerçekleştirilen faaliyetin özellikleri, başvuru konusu faaliyeti yerine getirdiği bağlam ile siyasi makamlardan bağımsızlık derecesi gibi etkenlere bağlı olarak başvuru kabul edilebilmektedir12 . Nitekim kamu tüzel kişiliğine sahip olan Yunanistan’da Kutsal Manastırlar, Fransa ve Avusturya’da devlet radyoları, başvuru konusu olaylarda hükümet yetkilerini kullanmadıkları için, Mahkeme’ye başvuru yapabileceklerine karar verilmiştir13 .

Sonuç olarak, AİHM’nin değinilen yaklaşımı ile ilgili olarak belirtmek gerekir ki, Türk Hukuku bağlamında bireysel başvuru yolu açısından kamu tüzel kişilerinin de bazı durumlarda haklarının ihlal edilebileceğini kabul etmek gerekir. Özellikle adil yargılanma hakkı ve yerel yönetimler açısından özerklik ile üniversiteler açısından akademik ve bilimsel özerklik hususları bakımından, kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru hakkına sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Türk Hukukunda gerçekleştirilmesi gereken bu yaklaşım, özellikte Türkiye’nin AİHM nezdindeki sicili bakımından da oldukça olumlu bir izlenimi mümkün kılacaktır.

II. ALMAN HUKUKUNDA KAMU TÜZEL KİŞİLERİNİN BİREYSEL BAŞVURU HAKKI

Federal Alman Anayasası’nın14 19. maddesinin 3. fıkrasına göre, “Yerli tüzel kişiler de, nitelikleri gereği uygulanabildiği ölçüde temel haklardan yararlanırlar”15. Buna göre, temel hak ehliyetinde (grundrechtsfähigkeit) tüzel kişiler bakımından, özel hukuk tüzel kişisi veya kamu hukuku tüzel kişisi ayrımına gidilmemektedir16 . Alman Anayasa Mahkemesi Teşkilat Yasasında da kamu tüzel kişilerinin ehliyeti yönünden bir istisna öngörülmemekte olup, Federal Alman Anayasa Mahkemesi’nin içtihatları, bu konuda yol gösterici niteliktedir17 . Mahkeme, bireysel başvuru hakkına ilişkin olarak kişi bakımından ehliyet hususunda; hem kamu tüzel kişiliğinin niteliği hem de kullanılması söz konusu olan hakkın niteliğine ilişkin bir ayrıma gitmektedir. Zira Almanya’da kamu tüzel kişileri sahip oldukları kamu ayrıcalıklar ve üstünlükleri sebebiyle, temel hakları bakımından istisnai olarak bireysel başvuru hakkına sahiptir18 .

Federal Alman Anayasa Mahkemesi, bu konuda özgün bir teori geliştirmiştir. Buna göre, Türkiye’de özel hukuk bağlamında bilinen “tüzel kişilik perdesinin kaldırılması” ilkesiyle ilişkili bu teori “aradan sızma” teorisi olarak adlandırılmakta olup, bir kişi görüntüde veya ismen kamu tüzel kişisi olabilirse de tüzelkişilik perdesi kaldırıldığında, görüntünün arkasına sızıldığında, görünen şey, kamu gücü olmayabilmektedir. Şeklen, kamu gücünün tezahürü sayılabilecek bir özne, somut olay bağlamında farklı görünebilir ve onun Anayasa şikâyetinde bulunması, bu usulün amaçlarından olan insan onuruna dayanan objektif Anayasal düzenin korunması açısından önem taşıyabilir. Federal Alman Anayasa Mahkemesi’ne göre; kamu tüzel kişilerinin esasen temel hak ehliyeti bulunmamakla birlikte, kimi hâllerde Anayasa şikâyeti (bireysel başvuru) yapabileceği kabul edilmektedir.19 .

Mahkeme’nin kabul ettiği istisnalardan biri, adil yargılanma hakkı bağlamında gerçekleşmektedir. Buna göre Mahkeme, adil yargılanma hakkının sağladığı güvenceler yönünden (örnek olarak, Art. 101 I S. 2 GG ile Art. 103 I GG)20 hiç kimseyi ayrı tutmamaktadır21 . Zira Mahkeme Alman Demiryollarının taraf olduğu bir davada, kamu tüzel kişisi olan tarafın tabii hakim ilkesi ile hak arama özgürlüğünden yararlanabileceğine karar vermiştir. Mahkeme söz konusu davada; adil yargılanma güvenceleri ile ilgili Anayasal hükümlerin her dava için geçerli olan ve davada taraf olan veya davadan herhangi bir şekilde etkilenen her kişi için geçerli olması gerektiğini ifade etmiştir22 . Diğer istisna ise, doğrudan bir temel hakkın yerine getirilmesine özgülenmiş mahiyetteki kamu kuruluşları yönündendir. Söz konusu istisna Türk idare hukukundaki tabirle, “hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları”23 olarak değerlendirilebilir. Mahkeme bu noktada; üniversite, fakülte, sanat-müzik yüksekokulu ve araştırma enstitüsü gibi kamu tüzel kişilerinin sanat ve bilim özgürlüğünü24 kabul etmektedir25 . Bu meyanda, kamu tüzel kişiliği bulunan yayın ve telekomünikasyon kuruluşlarının basın ve yayın özgürlüğü26 yönünden bireysel başvuru ehliyetinin bulunduğu değerlendirilmektedir27 . Mahkeme ayrıca, kamu tüzel kişiliği bulunan kilise ve dini vakıfların din ve vicdan özgürlüğü28 yönünden yaptığı Anayasa şikâyetini kabul etmektedir29 .

Görülüyor ki, kamu tüzelkişiliklerine sınırlı da olsa bazı haklar yönünden başvuru hakkı tanınmaktadır. Kısaca Alman Hukukunda; üniversiteler, enstitüler, radyo televizyon, kilise ve dini vakıflar gibi devlet yapısı ile bağlantılı olmalarına rağmen, bir dereceye kadar devletten bağımsız faaliyet yürüten kuruluşların taşıyıcısı oldukları haklarda (bilgi edinme hakkı, sanat ve bilim özgürlüğü, basın ve yayın özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü vb.) sınırlı olarak başvuruda bulunabilecekleri kabul edilmektedir30 . Bununla birlikte Almanya’da; kamu tüzelkişileri, sadece temel hakkın korunduğu sahanın ilgili hak sahibine doğrudan özgülenmesi halinde şikayette bulunabilmektedir. Örnek olarak; bilim özgürlüğü nedeniyle üniversiteler başvuru yapabilmektedir31 .

Alman hukukunda devlet organları arasında vuku bulan yetki çatışmaları, organ çatışma davası (Organstreitsverfahren) ile çözümlenmekte olup32 , yer yönünden yerinden yönetim kuruluşlarının da komünal Anayasa şikâyetinde33 (m.93/1-4b) bulunabilmesi olanaklıdır34 . Bu yönleri itibariyle, kamu tüzel kişilerine adil yargılanma hakkı ve özgülendiği hizmete (temel hakka) yönelik Anayasa şikâyeti ehliyetinin tanınması, sistemin açmazlarını da ortadan kaldırıcı vasıf ve mahiyettedir.