Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Yedi Temel İyi ve Kötünün Birlikteliği: John Finnis

The Togetherness of Seven Basic Goods and Bads: John Finnis

Nazlı Hilal DEMİR

2019 yılı Ocak ayında Oxford Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyan bir grup öğrenci tarafından, Profesör John Finnis’in görüşleri nedeniyle ders vermesinin engellenmesi talebine yönelik bir kampanya başlatıldığı görülmektedir. Bu kampanyanın ardından yaşanan süreçlerde bir yanda modern doğal hukuk kuramı ile ünlü Profesör Finnis’in eşcinselliğe ilişkin şiddetle eleştirilen muhafazakar tutumu, diğer yanda akademik özgürlük tartışmaları ve LGBTİ+ bireylerin sürdürdükleri hak mücadeleleri ön planda yer almaktadır. Şimdilerde Finnis’in görüşleri üzerinden karşı karşıya gelen tarafların alevlerinin bir nebze olsun söndüğü, kendisinin ise bu arenadan sağ çıktığı söylenebilse de söz konusu tartışmanın ilerleyen zamanlarda daha çok su kaldıracağı aşikardır. Bu kapsamda, kendisinin farklı platformlarda yoğun eleştirilere maruz kalmasına kaynaklık eden çalışmalarını ele almanın, yaşanan tartışmaların bütünüyle anlaşılabilmesine olanak sağlayacağı düşünülmektedir. Bu doğrultuda, kuramında yedi temel iyinin ağırlıklı şekilde rol oynadığı Finnis’in, aksine yedi temel kötü ile sahip olduğu şöhretinin altında yatan gerekçeleri ortaya koyarak bu sır perdesinin kaldırılması çalışmanın başlıca amacını oluşturmaktadır.

John Finnis, Cinsel Yönelim, Eşcinsellik, Evlilik, LGBTİ+.

In January 2019, a campaign was launched by a group of students at Oxford University Faculty of Law to demand that Professor John Finnis be prevented from lecturing because of his views. In the processes that followed this campaign, on the one hand, the conservative attitude of Professor Finnis, who is famous for his new natural law theory, regarding homosexuality, on the other hand, discussions on academic freedom and the struggles for the rights of LGBTI+ individuals have been at the forefront. Although it can be said that the opposing sides have calmed down a bit nowadays, it is obvious that the aforementioned debate will occupy the agenda in the future again. In this context, it is thought that revealing Finnis’s works, which are the source of his intense criticism on different platforms, will allow the discussions to be fully understood. Accordingly, the main purpose of this study is to unveil the mystery by revealing the reasons underlying the fact that Finnis, in whose theory seven basic goods play a predominant role, is known with seven basic bads.

John Finnis, Sexual Orientation, Homosexuality, Marriage, LGBTI+.

GİRİŞ:

2019 yılı Ocak ayında Oxford Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyan bir grup öğrenci tarafından, 1940 Avustralya doğumlu emekli Profesör John Finnis’in -pek de yeni olmayan- ayrımcı görüşleri nedeniyle Oxford’da ders vermesinin engellenmesi talebine yönelik ses getiren bir kampanya başlatıldığı görülmektedir1 . Bu çalışmanın ortaya çıkmasına vesile olan söz konusu kampanya metninde, davet üzerine hukuk fakültesinde ders vermeye devam eden, adı modern doğal hukuk kuramı ile anılan Katolik hukuk profesörü Finnis’in eserlerine atıf yapılarak nefret söylemi olarak değerlendirilen ifadeler çerçevesinde, kendisinin homofobik ve transfobik olduğuna ve dezavantajlı gruplara karşı son derece ayrımcı görüşlerinin bulunduğuna ilişkin -ne ilk ne de son olacağı düşünülen- suçlamalar yer almaktadır2 . Bununla beraber, Finnis’in ayrımcılığa maruz kalan LGBTQ+3 bireylere yönelik hukuki bir koruma sağlanmaması yönünde hükümete tavsiyeler verdiği ileri sürülmektedir.

Burada bir parantez açarak, Finnis’in eski tarihlerde yayımlamış olduğu eserlerinden yola çıkılarak, öğrenciler tarafından kampanya metnine eklenmiş bazı ifadelere yer vermek gerekmektedir. Zira söz konusu satırların daha sonra ayrıntılı olarak değerlendirilecek olmaları yanında, ilerleyen bölümlere ilişkin ipucu vermeleri açısından bu noktada ortaya konulmaları yararlı görülmektedir. Belirtmek gerekir ki kampanyada yer alan ve öğrenciler tarafından Finnis’in ileri sürdüğü iddia edilen bu satırların oldukça rahatsız edici bir niteliği olsa da konunun ayrıntılı olarak incelenebilmesi amacıyla metinde yer almaları gerektiği düşünülmektedir.

Eşcinsellik, insan tabiatına zararlı olup, onu tahrip edici niteliktedir (1994).

Eşcinsel ilişki, hayvanlarla ilişkiye girmeye benzer (1994).

Eşcinsel ilişkiye onay vermek, terör katliamında masum insanların öldürülmesini onaylamakla aynıdır (2011).

Hükümet ve toplum, bireyleri eşcinselliğe özendirmemeli ve eşcinsellik karşıtı eğitim programlarına destek vermelidir (1994).

Eşcinsel olmak, evlat edinme koşulları açısından bir engel teşkil etmese de bu süreçte olumsuz bir etken olarak göz önünde bulundurulmalıdır (2011 ed).

Eşcinsellik ile çocuk istismarı arasında bir ilişki bulunması muhtemeldir (2011 ed)4.

Bu ifadelerden hareketle metinde, belirli gruplara karşı derin önyargılara sahip olan bir öğretim üyesine yetki ve sorumluluk verilerek, hukuk fakültesinde derslere gönderilmesinin kabul edilemez olduğu savunulmaktadır. Bu bağlamda, Finnis’in eserlerinde kaleme almış olduğu düşüncelerden etkilenen öğrencilerin kafalarında, dersler için ana kaynak niteliğinde olan seminerlere katılıp katılmama konusunda soru işaretleri oluştuğu ve üniversitelerin, öğrencilere nefreti teşvik eden öğretim üyeleri tarafından eğitim verilen yerler olmaması gerektiği ileri sürülmektedir.

Metnin devamında kimi gruplara karşı ayrımcı görüşlerini, hoşgörüsüzlük ve nefretini açıkça dile getiren ya da ayrımcı tutum ve davranışlarda bulunan öğretim üyeleri hakkında Oxford Üniversitesi’nin kurumsal tavrını netleştirmesi talep edilmektedir. Nitekim Oxford’un benimsemiş olduğu eşitlik politikasının5 , bu gibi konularda endişelerini dile getirmek isteyen personel ya da öğrenciler için yol gösterici olmaktan uzak, sıradan ve yetersiz bir nitelikte olduğu belirtilmektedir. Aynı yönde, Üniversite’nin her alanda eşitliği desteklediğini, farklılıklara saygı gösterdiğini ve bu konuya ilişkin gerçekleştirilecek hiçbir ayrımcılık ya da tacize müsamaha göstermeyeceğini belirten taciz politikasının6 da bu konuda yardımcı olmaktan uzak olduğu iddia edilmektedir.

Kampanya metnini kaleme alan öğrencilere göre, Üniversite’nin benimsemiş olduğu taciz politikası, genel yollarla (örneğin, yayımladığı eserlerle) dezavantajlı grupları hedef alan öğretim üyelerini kapsayıcı bir ifade içermemektedir. Bu nedenle, bir öğretim üyesi tarafından yaratılan hoşgörüsüz atmosferden şikayetçi olabilmek için kişilerin, belirtilen ilkeleri ihlal edecek davranışların bire bir muhatabı olmayı beklemeleri gerekmektedir. Buradan hareketle, konuya ilişkin uygulanan farklı bir politikanın var olması durumunda bunun, kamuya açık ve erişilebilir bir hale getirilmesi talep edilerek metne nokta konulmaktadır.

Bunun üzerine, gözler ilk olarak Oxford Üniversitesi’ne çevrilmekte ve Üniversite’nin sözcüsü aracılığıyla bu konuya ilişkin kısa bir açıklama yapmakla yetindiği görülmektedir7 . Bu açıklamada, Oxford Üniversitesi ve Hukuk Fakültesi’nin, tüm personel ve öğrencilerin kişisel haklarına ve kültürel farklılıklarına saygı duyduğu, cinsel yönelim temelli ayrımcılık da dahil olmak üzere kişilere yönelik gerçekleştirilen herhangi bir taciz vakası karşısında tolerans göstermediği tekrarlanmaktadır. Ancak diğer yandan, Üniversite’nin benimsediği taciz politikasının eşit derecede akademik özgürlüğü de koruma altına aldığı vurgulanarak, belirli bir saygı çerçevesi içerisinde kaldığı ve başkalarının onurunu zedelemediği sürece her akademik tartışmanın da taciz olarak nitelendirilemeyeceğinin altı çizilmektedir.

Bu açıklamalar üzerine, bir yandan “Oxford, Profesör Finnis’in arkasında durdu” şeklinde yorumlar yapılmakta iken diğer yandan, BBC Radio 4 bünyesindeki Today adlı programa röportaj veren Finnis’in kendisinin homofobik olduğu yönündeki suçlamaları reddetmekte ve yapılan eleştirilerde, eserlerinde ortaya koyduğu düşüncelerin tamamıyla çarpıtıldığını öne sürdüğü görülmektedir8 . Kampanyada atıf yapılan kaynaklara doğrudan bakıldığında, görüşlerinin saptırıldığının kolayca anlaşılabileceğini ve eserlerinde kendisinin homofobik olduğuna yönelik yorum yapılmasına neden olabilecek bir ifade bulunmadığını belirten Finnis’e göre, söz konusu eserleri (yalnızca eşcinsel ilişkilere değil) tüm evlilik dışı ilişkilere yönelik, klasik anlamda felsefi bir ahlaki eleştiri sunmaktan ibarettir.

Finnis verdiği röportajda, eserlerinde eşcinsel ilişkiler için ileri sürdüğü görüşlerin aynı şekilde evlilik dışı tüm ilişkiler için geçerli olduğuna ve bu tarz ilişkiler yaşayarak, eşcinselliğe ilişkin kısıtlamaları destekleyen heteroseksüel bireylerin kendi içlerinde tutarsızlık sergilediklerine ilişkin kaleme almış olduğu satırları hatırlatmaktadır. Kendisine, eşcinsel bireylere karşı nefret duyup duymadığı sorulduğunda ise ailesinin ve kendisinin eşcinsel arkadaşları bulunduğunu gerek özel hayatında gerekse kırk yılı aşkın profesyonel hayatı boyunca bu insanlarla çok iyi ilişkiler kurduğunu ve nefretin asla söz konusu olamayacağını belirtmektedir. Bununla beraber, Finnis bu (eşcinsel) bireylere yönelik ayrımcı davranışlarda bulunmamanın ve insanları (kendisini) inançları nedeniyle eleştiriye tabi tutmamanın hem kendisi için şahsi bir onur meselesi hem de profesyonelliğin bir gereği olduğunun altını çizmektedir.

Finnis son olarak, artık kadrolu çalışanı olmadığı ve yalnızca davet üzerine gittiği Üniversite bünyesinde ders vermesinin bazı öğrenciler açısından rahatsızlık yarattığına ilişkin iddialar karşısında, derslerinin zorunlu olmadığını ve bu nedenle istemeyen öğrencilerin seminerlerine katılma zorunluluğun bulunmadığına dikkat çekerek sözlerini noktalamaktadır.

Bu bağlamda gerek Üniversite’nin yaptığı açıklamalar gerekse Finnis’in vermiş olduğu röportaj, bahse konu kampanyanın uzun süre gündemde kalmasını sağlamaktadır. Ancak bu süre içerisinde kendisine geniş bir taraftar kitlesi yaratan bu kampanya9 , diğer yandan da azımsanamayacak şekilde eleştiri yağmuruna tutulmaktadır. Birçok akademisyenin de konuya ilişkin fikirlerini paylaştığı forumların oluşmasına ve farklı perspektiflerden kaleme alınan yazıların ortaya çıkmasına zemin hazırlayan bu kampanyanın, kimi sempozyumlarda dahi kendisine ayrı bir yer bulmayı başarmış olduğu görülmektedir10 .

Bu doğrultuda, aynı yıl içerisinde kampanyayı imzalayanların sayısının gün geçtikçe çoğalmış olduğunu, ancak diğer yandan akademik camianın da ilgisini çeken bu kampanya ve metni yazan Oxford öğrencileri hakkındaki olumsuz görüşlerin de sayılarını eşzamanlı olarak arttırdığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu görüşlerde genellikle, kampanyanın mesnetsiz, anlamsız hatta gülünç olduğu, Finnis’in herhangi bir öğrenciye karşı ayrımcı bir tutum ya da davranışta bulunmadığının açık olduğu ve çalışmalarının akademik özgürlük altında korunması gerektiği gibi konular üzerinde durulmaktadır11 . Kimi yorumlara göre, akademisyenlerin görüşlerinin çoğunluk tarafından kabul edilebilir olup olmadığına ilişkin sorgulama yapılamazken kimine göre muhalif görüşlere sahip akademisyenlerin işlerine son verilmesi kültür savaşlarına zemin oluşturabilmektedir. Bununla beraber, yorumlarda Finnis’in görüşlerinin hoşgörüyle karşılanmasının, aksi durumun neden olabileceği sonuçlardan çok daha kabul edilebilir olduğu belirtilmekte ve akademik özgürlüğün LGBTQ+ bireyler de dahil olmak üzere herkes için önem teşkil ettiği hatırlatılmaktadır. Son olarak, Finnis’in ileri sürdüklerinin dini kitaplara gönderme yapılmaksızın, akılla temellendirilmiş; ancak tartışmaya ve çürütülmeye açık tezlerden ibaret olduğunun altı çizilerek, bunun tutarlı bir şekilde nasıl yapılacağının öğretilmesinin Üniversitelerin varlık sebebini oluşturduğuna vurgu yapılmaktadır.

Bu yorumlara sessiz kalmayan -kar tanesi kuşağına12 dahil oldukları iddia edilen- öğrenciler ise John Finnis’in Oxford Üniversitesi’nde ders vermemesi gerektiğini düşünüyoruz. İşte nedenleri” başlıklı yeni bir yazı kaleme alarak13 , konunun akademik özgürlük meselesi olmadığını ve hukuk profesörünün eserleri göz önünde bulundurulduğunda, ders verdiği bazı öğrencilerin insanların sahip oldukları özelliklerden mahrum olduklarını düşündüğünü ileri sürmektedirler. Finnis’in dezavantajlı gruplara ilişkin çoğunlukla geçerliliklerini yitirmiş olan sözde argümanlarının nefretle bezenmiş olduğunu vurgulayan öğrencilere göre, kendisinin yıllardır süregelen, ayrımcılığı teşvik eden bu tavrı ve LGBTQ+ bireylerin hayatlarının daha da kötüleşmesinde aktif rol oynaması Üniversite tarafından görmezden gelinmektedir.

Bununla beraber, kendilerine yöneltilen -kampanyadaki taleplerinin akademik ve din özgürlüğüne ciddi şekilde zarar verici nitelikte olduğuna ilişkin- eleştirilerin asıl noktayı gözden kaçırdığının altını çizmektedirler. Öğrenciler, kendilerine yönelik olumsuz yorum yapan çoğu kişinin, Finnis’in görüşlerinin ayrımcı nitelikte ve rahatsız edici olduğunu kabul ettiğini, ancak buna rağmen çalışmalarının akademik özgürlük adı altında korunması gerektiğine ilişkin bir perspektife sahip olduklarını belirtmekte ve bu durumu oldukça basit bir tepkiden ibaret görmektedirler. Bu kişilerin, klişe sözlere atıf yapmaktan fazlasına gerek duyduklarını düşünen öğrencilere göre, akademik özgürlüğün ve sınırlarının ne olduğunu içerecek şekilde yapılacak eleştiriler, konunun anlaşılmasına katkı sunacaktır. Aksi takdirde akademik özgürlük, esas sorunları ele almak istemeyen kişiler tarafından, tartışmaları baştan sonlandırmak amacıyla kullanılan içi boş bir kelime öbeğinden ibaret kalmaktadır. Kampanyalarının çoğunlukla akademik özgürlük ve hoşgörü itirazlarıyla karşılaştığının altını çizen öğrencilere göre, hukuk ve çalışma/eğitim hayatı hoşgörü ile karşılanacak tavır ve davranışların sınırlarını belirlemiş olup, LGBTQ+ bireylerin de dahil olduğu dezavantajlı grupların insanlıklarının tartışma konusu yapılması bu sınırların kesinlikle dışında yer almaktadır.

Buna ek olarak, öğrenciler Finnis’in yazılarının ayrımcı nitelik taşıdığı, ancak akademik özgürlüğün sınırları içerisinde kaldığı; zira Finnis’in bu söylemlerini herhangi bir seminerinde şahsi olarak bir kişiye karşı dile getirmediği yönünde yapılan yorumları ele almakta ve bu durumun, ayrımcılığın doğasının ne denli yanlış anlaşıldığına dair bir kanıt oluşturduğunu iddia etmektedirler. Anlaşılan, bir görüşü ya da davranışı ayrımcılık ya da taciz olarak nitelendirmek için bir kişiye karşı doğrudan gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu duruma yönelik itirazlarını dile getiren öğrenciler, Finnis’in ayrımcılık içeren eserlerinin genel nitelikli olmasından dolayı daha az zarar teşkil ettiğini kabul etmemekte ve bu nedenle eleştirilerin kabul edilebilir olmadığını düşünmektedirler.

Buna bağlı olarak, Üniversite’nin benimsediği taciz politikasında ve yapmış olduğu açıklamada belirtilen, “belirli bir saygı çerçevesi içerisinde kaldığı ve başkalarının onurunu zedelemediği sürece her akademik tartışmanın taciz olarak nitelendirilemeyeceği” görüşüne binaen öğrenciler şu soruyu sormaktadır: Bir akademisyenin, eşcinselliği insan tabiatına zararlı olarak nitelendirdiği ve eşcinsel ilişkiyi hayvanlarla ilişkiye girmeye benzettiği satırları saygı çerçevesi içerisinde ve başkalarının onurunu zedelemeden kaleme alabilmesi mümkün müdür? Öğrencilere göre, ayrımcı ve nefret içeren düşünceler, ağdalı veya estetik cümleler kurarak, akademik bir dille ifade edildiğinde dahi bu soruyu olumlu yanıtlamak mümkün görünmemektedir.

Son olarak, kampanyada talep edilenlerin din ve vicdan özgürlüğünün ihlali anlamına geldiğine ilişkin kendilerine yöneltilen itirazlara cevap veren öğrenciler, bu noktada LGBTQ+ bireylerin aşağı statüde olduklarını ifade eden dini görüşlere, üniversitelerin ne derecede izin vereceğinin önem kazandığını belirtmektedirler. Buradan hareketle, öğrenciler din ve vicdan özgürlüğünün korunması gerektiğinin; ancak aynı şekilde eşcinselliğin insan doğasına zararlı ve hatta onu tahrip edici nitelikte olduğunu ifade ederken, dinin bir bahane olarak kullanılmaması gerektiğinin de bilincinde olduklarının altını çizmektedirler. Ayrıca hali hazırda mahkemeler, yasalar aracılığıyla korunma altına alınmış olan ve çoğunlukla birbirleriyle karşı karşıya gelen, dini görüşler ve cinsel yönelim arasındaki etkileşimi çözmeye çalışırken, Üniversite’nin ve kendilerine yönelik yapılan eleştirilerin bu çatışmayı görmezden gelmesini eleştirerek yazılarını noktalamaktadırlar.