Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Hukuk ve Ahlak

Eric HILGENDORF, Altan HEPER

I. Sorunun Ortaya Konması

Hukuk ve ahlak arasındaki ilişki hukuk felsefesinin klasik sorunlarından birisidir. Hiçbir şekilde tüketilmesinin akla bile gelmediği anlaşılan bu temayı kısmen veya büyük ölçüde aydınlatan açıklamalar kütüphaneleri doldurmaktadır. Bu durum, konunun hukuk biliminin temel alanlarına ilişkin bir sorun olması ve sorgulayıcı herkesin az veya çok dikkatini çeken bir konu olmasından kaynaklanmaktadır. Hukuk ahlakın üzerinde midir? Veya tam tersine ahlakın hukukun üstünde olduğu düşünülebilir mi? Geleneksel olarak hukuk dogmatiği konusunda eğitilen hukukçular için, bu tür hukuk felsefesi sorunlarıyla meşguliyet özel problemler yaratmaktadır. Bu hukukçuların birçoğu için basit, geleneksel ve sorgulayıcı olmayan “argümanları” üstlenmemek - daha doğru bir ifadeyle ön yargılardan- uzak durmak kolay olmamaktadır. Hukuk dogmatiğinde “doktrinde hâkim görüşe” dayanmak birçok olayda tamamen doğru bir iş iken, hukuk felsefesi için böyle bir şey söz konusu olamaz, çünkü felsefede ön yargısız, açık seçik, berrak, neticesi açısından tutarlı düşüncenin zorunluluğu dışında bir otorite yoktur. Hukuk biliminde ve felsefede farklı argümentasyon uygulamaları nedeniyle bazı hukukçu yazarlar tam tersi bir yönde aşırılığa yönelirler ve bu kişiler hukuk felsefesi sorunlarıyla uğraşırken hukuk biliminin metodik standartlarını, özellikle argümanların sınanması ve berraklık, şeffaflığa yönelik gayretleri bir kenara bırakmaktadır. Bu hukukçular çok derin anlamlar içerdiklerini düşündükleri, ama neredeyse hiç anlaşılmayan ifadeler üretmektedir. Bu ifadelerin bilgi açısından içeriği neredeyse sıfırdır. Bu durum hukuk felsefesinin hukukçular içerisinde itibarının azalmasına yol açmaktadır.

Aşağıdaki düşüncelerin çıkış noktası modern hukuk devletinde hukuk ve ahlakın aynı olmamasıdır. Hukuk ve ahlak normlarının birbirinden ayrı norm tipleri olarak ele alınması, sık sık şüpheyle karşılanmasına rağmen, son iki yüzyılda hukuk devletinin büyük kazanımları içerisindedir. Bu konuda en etkili ve en berrak açıklamalardan birisi İngiliz hukuk kuramcısı JOHN AUSTIN’e aittir:

“Bir hukuk normunun varlığı bir şeydir; onun doğruluğu veya doğru olmaması başka bir şeydir. Bu normun varlığı veya var olmaması bir sorundur; bu normun norma temel teşkil eden ideale uygun olmaması başka bir şeydir. Mevcut bir yasa, bizim için fazla bir şey ifade etmese bile veya uygun bulmamız veya uygun bulmamamız konusundaki kriterden ayrılsa da “yasadır”.1