Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Özel Hukukta Adil Yargılanma Hakkı

The Right to a Fair Trial in Private Law

Tülin Tuğça DUMAN

Hukuk devleti ilkesinin en temel gerekliliği olan adil yargılanma hakkı, ulusal ve uluslararası düzeyde korunma altına alınmış olup bu çalışmada adil yargılanma hakkı bakımından ulusal düzeyde en önemli mercii olan Anayasa Mahkemesi ile adil yargılanma hakkı bakımından uluslararası düzeyde en önemli mercii olan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin konuya ilişkin yaklaşımları açıklanmış ve konu Yargıtay’ın güncel içtihatlarıyla somutlaştırılmaya çalışılmıştır.

Adil yargılanma hakkı, Özel hukuk, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay.

The right to a fair trial which most fundamental requirement of rule of law has been protected under both domestic law system and international law system. In this study, approaches in respect of the right to a fair trial of the Constitutional Court and the European Court of Human Rights (the top judicial organs in domestic law system and international law system) have been explained and the matter has been tried to be concretized with the current case law of the Supreme Court.

The right to a fair trial, Private law, European Court of Human Rights, Constitutional Court, Supreme Court.

Giriş

Adil yargılanma hakkı, 1982 Anayasasının 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında zikredilen hukuk devleti ilkesinin en temel unsurudur. Zira hukuk devleti ilkesi, devlete birtakım pozitif ve negatif yükümlülükler öngörerek bireylere hukuki güvenlik sağlanması neticesinde bireylerin hukuk düzeninin öngördüğü kuralların dışında kalan keyfi muamelelere maruz bırakılmasını önleme fonksiyonu üstlenir. Hukuk devleti ilkesinin bu fonksiyonu yerine getirmesinin en önemli aracı, şüphesiz ki adil yargılanma hakkıdır. Bireylerin toplumda birbirleriyle ve devlet tüzel kişiliğine bağlı olarak kamu gücü ve otoritesi kullanan organlarla karşı karşıya gelmesi neticesinde ortaya çıkan uyuşmazlıkların yargı makamları aracılığıyla etkin, tarafsız ve adil bir şekilde çözümlenmesi ancak yargılamanın adil yargılanma hakkının gereklerine uygun koşullarda yürütülmesi ile gerçekleşecektir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin (AYM) 1982 Anayasasının yürürlüğe girmesinden itibaren verdiği pek çok kararda “her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen devlet”1 şeklinde formüle ettiği hukuk devleti ilkesi, adil yargılanma hakkının hukuk devleti ilkesinin en temel gerekliliği olduğunu ortaya koymaktadır. Bu gereklilik nedeniyle adil yargılanma hakkı, iç hukuk sistemimiz ve uluslararası hukuk mucibince güvence altına alınmıştır. Ancak ne yazık ki uygulamada, adil yargılanma hakkından doğan güvenceler sıklıkla göz ardı edilmektedir. Bu durum nedeniyle, özellikle denetim muhakemesinden geçmeksizin kesinleşen kararlar bakımından hukuk güvenliği ilkesi ile adil yargılanma hakkının getirdiği güvenceler etkisiz hale gelmektedir. Adil yargılama hakkından doğan güvencelerin etkisiz hale gelmesiyle yargılamanın ilgilileri nezdinde çoğunlukla geri dönüşü olmayan neticeler doğurmaktadır. Adil yargılanma hakkından doğan güvencelerin etkisiz hale gelmesi, hukuk devleti ilkesini incitirken aynı zamanda toplum nezdinde adalete erişime olan inancı sarsmaktadır. Çoğunlukla bilgi eksikliğinden kaynaklanan bu olumsuz durum, adil yargılanma hakkı ve usul hukukundan doğan güvencelerin iyi bilinmesi koşuluyla önlenebilir niteliktedir. Bu nedenle bu çalışmada, adil yargılanma hakkından doğan güvenceler açıklanarak uygulamacılara yön gösterici bir eser ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Bu amaç doğrultusunda öncelikle adil yargılanma hakkının yargılamada arz ettiği önem açıklanmış, daha sonra adil yargılanma hakkından doğan usul hukuku güvenceleri açıklanarak bu güvencelere ilişkin mahkeme kararlarına yer verilmiştir. Özellikle uygulamada sıklıkla göz ardı edilen güvenceler bakımından daha detaylı açıklamalara yer verilerek uygulama bakımından pratik bir eser ortaya koyma amacı doğrultusunda hareket edilmiştir.

I. Kavramsal Çerçeve

Adil yargılanma hakkı, ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davalarda, yargılamaya ilişkin usul işlemlerinin tabi olduğu ilkeleri belirleyerek nesnel bir yargılama süreci tesis edilmesi neticesinde adil bir hüküm kurulmasını güvence altına alır.2 Adil yargılanma hakkı, adil bir karar verilmesi için gerekli koşulların sağlanıp sağlanmadığını sorgular, içerik olarak adil bir karar verilip verilmediği (açıkça hatalı bulgulara dayanan karar verilmesi ile bariz takdir hatası ve açık keyfilik durumları hariç) adil yargılanma hakkı bakımından sorgulanmaz3 . Pekcanıtez, adil yargılanma hakkının işlevlerini “devletin yargı fonksiyonunu bizzat sınırlandırarak yargılamanın doğru ve adil bir biçimde gerçekleştirilmesinin sağlanması, yargılamaya katılanların salt obje haline gelmesini engelleyerek onların yargılamaya ve sonuca etkili olabilmelerine olanak verilmesi ve yargılama sırasında vukû bulabilecek ağır insan hakları ihlâllerini önlemede bir emniyet sübabı işlevi görme”4 şeklinde açıklamıştır. 1982 Anayasasının 36. maddesinde “hak arama hürriyeti”5 başlığı altında düzenlenen bu hakka insan haklarının tarihsel süreç içerisinde kazandığı ivme doğrultusunda pek çok uluslararası metinde de yer verilmiştir. Bu metinlerin hazırlanması ve taraf devletlerce imzalanarak iç hukukları bakımından bağlayıcı hale getirilmesi sürecinin altında yatan temel felsefe, özellikle II. Dünya Savaşı esnasında yaşanan pek çok ağır insan hakkı ihlalinin hükümetleri/devletleri yaşanan acıların tekrarlanmasını önlemek amacıyla çözüm yolları aramaya itmesi neticesinde taraf devletlerde insan haklarını koruma, geliştirme ve insan haklarının ihlal edilmesini önleme hususunda belli bir bakış açısı sağlanması ile birtakım koruma ve önleme mekanizmaları oluşturma gayesidir. 1945 BM Şartı, 1948 Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile İnsan Hak ve Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi bu gaye doğrultusunda hazırlanmış olan ve bugün uluslararası insan hakları hukukunun en önemli metinleridir. BM Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi m. 10, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi m.14 ve İnsan Hak ve Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m. 66 adil yargılanma hakkını düzenlemektedir. Ancak BM İnsan Hakları Bildirgesi herhangi bir denetim sistemi öngörmemiş olması -hukuki yaptırımdan yoksun bir belgedir- ve BM Genel Kurul Kararı niteliğinde olup taraf devletler üzerinde bağlayıcı güce sahip olmaması nedeniyle sembolik bir anlam kazanmıştır7 . BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 14. maddesinde adil yargılanma hakkına ilişkin olarak İHAS m. 6’ya nazaran oldukça kapsamlı bir düzenleme yapılmıştır. Ancak Sözleşme ile öngörülen denetim sistemleri olan rapora dayalı denetim sistemi ile devletlerarası başvuru yöntemlerinin işlevsellikten uzak olması ve bireysel başvuru yöntemi sonucu İnsan Hakları Komitesi tarafından verilen kararın bağlayıcılık gücünden yoksun olması8 Sözleşmeyi işlevsellikten uzak kılmaktadır. İHAS, bu noktada her iki Sözleşmeden de gerek İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından verilen kararların taraf devletler bakımından bağlayıcı olması gerek İHAM tarafından verilen kararların icra edilmesini sağlayan bir aşama öngörülmüş olması sebebiyle ayrılmaktadır9 . Ayrıca, Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 375/1-i uyarınca ülkemizin yargı makamları tarafından verilen kararların İHAS veya eki protokollerinin ihlali suretiyle verildiğinin İHAM’ın kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması veya karar aleyhine İHAM’a yapılan başvuru hakkında dostane çözüm veya tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesinin yargılamanın iadesi sebebi teşkil etmesi de İHAS’a bahsi geçen diğer Sözleşmelere nazaran ayrı bir önem vermemizi gerekli kılmaktadır. Sözleşmenin ulusal hukukumuz açısından arz ettiği önem nedeniyle belirtmemiz gerekir ki İHAS m. 1 gereği Sözleşmeden doğan haklar, vatandaşlık bağı aranmaksızın ülkemizin meşru veya gayrimeşru egemenliği altında bulunan coğrafi mekânlarda bulunan herkes bakımından geçerli olup ülkemiz, Sözleşme kapsamında yer alan hakları belirttiğimiz alan dâhilinde yer alan herkese tanımak zorundadır. Ancak aynı neticeye 1982 Anayasasının sistematiğinden yola çıkılarak ulaşılması da mümkündür. Şöyle ki adil yargılanma hakkı, 1982 Anayasasının İkinci Kısmının İkinci Bölümünde “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlığı altında negatif statü hakları kapsamında düzenlenmiştir. Bilindiği üzere negatif statü hakları kapsamında düzenlenen haklar (m.17-40), vatandaşlık bağı yahut belli bir statü şartı aranmaksızın ülkemizin egemenliği altında bulunan herkese tanınmıştır. Bu nedenle ülkemiz Sözleşmeye taraf olmasaydı dahi iç hukukumuz gereğince egemenliği altında bulunan herkese karşı adil yargılanma hakkından doğan yükümlülükleri yerine getirme zorunluluğundan kaçınması mümkün olmazdı10 . Sözleşmeden doğan haklar ülkemizin egemenliği altında bulunan herkese tanınmış olmakla birlikte sözleşmeden doğan hakların ihlal edildiği gerekçesiyle İHAM’a başvurma hakkı münhasıran davanın taraflarına aittir, yargılamanın diğer ilgililerinin İHAS m. 6 doğrultusunda Mahkemeye başvurma hakkı bulunmamaktadır. Diğer yandan, inceleme konumuz bakımından önem arz eden medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin dava kavramını açıklamakta fayda vardır. İHAS m. 6 bağlamında medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin dava kavramı, belirli kıstaslardan hareketle tespit edilmektedir. Bu kıstaslar; hak veya yükümlülük konusunda bir uyuşmazlığın varlığı (Benthem/Hollanda, §§32-36), iç hukukta hak veya yükümlülüğün bir dayanağı olması (Roche, §§116-126) ve hak veya yükümlülüğün kişisel hakları ilgilendiren bir karakter taşıması (Ringeisen, §94) şeklinde belirlenmiştir11 . Görülebileceği gibi bu kavram, esasında özel hukuktan doğan davalar anlamına gelmektedir. Ancak İHAM dava konusu uyuşmazlığın düzenlendiği mevzuatı dikkate almaksızın -kamu hukuku karakteri ağır bassa da- medeni hakları doğrudan etkileyen davaları (Örneğin; kamulaştırma, öğrencilik veya bir mesleki statünün sona erdirilmesine ilişkin davalar, ticari ruhsatların iptali, idarenin kusurundan doğan davalar, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davaları vs.) da bu kategoride incelemektedir.

Son olarak belirtmeliyiz ki İHAM, dördüncü derece yargılama mercii niteliğinde olmayıp belirli istisnalar dışında -kararın adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olması- iç hukukta verilen kararın esasının doğruluğunu sorgulamamaktadır. Mahkeme, usuldeki adaletin tesisini gözetmektedir.

Az yukarıda açıkladığımız gerekçelerle İHAM, ülkemizde uluslararası koruma talep edilen en önemli mercii konumundadır. Nitekim İHAM tarafından yayımlanan istatistiklere göre 29.02.2020 tarihi itibariyle, mahkeme nezdinde Türkiye aleyhine toplamda 9600 başvuru yapılmış olup bu sayı, mahkemeye yapılan toplam başvuruların %15,7’sine tekabül etmektedir12 . Yine İHAM tarafından yayımlanan istatistiklere göre, mahkemece 1959-2019 yılları arasında Türkiye aleyhinde 1605 kez adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup bahsi geçen yıllar arasında İHAS kapsamında koruma altında bulunan haklardan en çok ihlal edilen hak adil yargılanma hakkı olmuştur13 .

Ulusal hukuk sistemimiz düzeyinde adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla başvurulabilecek en önemli mercii pek tabii ki Anayasa Mahkemesidir. Nitekim 6216 s. K. m. 50/2 uyarınca AYM, mahkeme tarafından adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına yönelik bireysel başvurular hakkında, ihlal tespit ettiği takdirde ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama yapılması için dosyayı ilgili mahkemeye gönderebileceği gibi yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedebilir veya genel mahkemede dava açılması yolunu gösterebilir. Bu noktada belirtmeliyiz ki 6216 s. K. m.49/6 uyarınca Bölümlerin bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlı olup Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Bu anlamda, AYM’nin süper temyiz mercii gibi hareket etmesi Kanun nezdinde yasaklanmıştır. Ancak bu kuralın tek istisnası, ilk derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olması veya adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesidir14 . Bu noktada AYM’nin içtihatları İHAM içtihatları ile uyumludur.

Adil yargılanma hakkının özellikle ülkemiz açısından önemini ortaya koymak amacıyla yaptığımız bu zorunlu açıklamaların ardından adil yargılanma hakkının unsurlarını değerlendirelim. Adil yargılanma hakkının unsurları, Anayasa m. 36 ile İHAS m. 6 hükümlerinin lafzı ile bu hükümlerin bünyesinde ihtiva ettiği zımni unsurların yorumlanması neticesinde ortaya koyulmuştur. Özellikle İHAS m. 6’nın yorumlanması faaliyeti ile ortaya koyulan zımni unsurlar, hukukun üstünlüğü ilkesinin taraf devletlerin ortak mirası olduğu kabul edilerek sözleşmenin yaşayan bir organizma olduğu ve sözleşme hükümlerinin günün koşulları ışığında, ekonomik ve sosyal koşulların doğurduğu gerekliliklerin dikkate alınarak yorumlanmasının zorunlu olduğu, bu nedenle İHAS m. 6’nın yorumu neticesinde elde edilen zımni unsurların Anayasa m. 36’ya dâhil olduğu nosyonuyla ortaya koyulmuştur15 . Çalışmamızın hacmi gereği tüm unsurlara ilişkin detaylı açıklama getirmemiz mümkün olmayıp özellikle uygulama bakımından önem taşıyan unsurlar üzerinde daha detaylı açıklamalar yapılacaktır.

II. Adil Yargılanma Hakkının Unsurları

Kanuni, bağımsız ve tarafsız mahkeme tarafından yargılanma hakkına ilişkin ilkeler, 1982 Anayasasının 9 (yargı yetkisinin bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılması), 37 (kanuni hâkim güvencesi), 138-140 (hâkim ve savcıların bağımsızlığını teminat altına almaya yönelik düzenlemeler) ve 142. (mahkemelerin kuruluşu, aynı ilke HMK m. 1’de de yer alır) maddelerinde düzenlenmiş olup Anayasanın bütünselliği ilkesi gereği, adil yargılanma ile ilgili hususlarda bahsi geçen düzenlemeler de dikkate alınacaktır. Buna göre kanuni hâkim güvencesi, uyuşmazlığın meydana gelmesinden sonra o uyuşmazlığa özel mahkemeler kurularak yargılamanın o mahkemelerde görülmesine ilişkin yasağı ifade etmektedir. Bağımsız mahkeme kavramı ise, yargı mercilerinin uyuşmazlığın tarafları dâhil hiçbir makam ve merciden emir ve talimat almaması, hâkimin uyuşmazlığı dava dosyasında yer alan delil ve emareler doğrultusunda vicdani kanaatine göre çözümlemesi anlamına gelmektedir. Mahkemenin tarafsızlığı, yargılamayı yürüten mahkeme ile mahkeme üyelerinin objektif ve sübjektif olarak tarafsız olmasını gerektirir. Objektif tarafsızlık, mahkemenin kurum olarak tarafsızlığıyla ilgili olarak üçüncü kişiler nezdinde bıraktığı izlenim iken sübjektif tarafsızlık, yargılamayı yürüten hâkimin birey olarak uyuşmazlığın taraflarına karşı herhangi bir ön yargı taşımamasını ifade etmektedir. BM İnsan Hakları Komitesi, bağımsız ve tarafsız bir yargı yerinde yargılanma hakkının istisna kabul etmeyen mutlak bir hak olduğunu belirterek bu hususun taşıdığı önemi vurgulamıştır16 . Hâkimin tarafsızlığı ile ilgili olarak Hukuk Muhakemeleri Kanununda hâkimin tarafsız olamayacağına kesin gözüyle bakılan durumlar bakımından hâkimin davaya bakmaktan yasaklılığı kurumu, hâkimin tarafsızlığına şüphe ile yaklaşılan durumlar bakımından ise hâkimin reddi kurumu düzenlenerek hâkimin sübjektif tarafsızlığı sağlanmaya çalışılmıştır.

AYM, Özkan Şen Başvurusunda (Başvuru No: 2012/791) mahkemeye erişim hakkını bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını talep edebilmek olarak tanımlamıştır17 . AYM ile İHAM mahkemeye erişim hakkının adil yargılanma hakkının hayata geçirilmesinin ön koşulu mahiyetinde olduğu konusunda hemfikirdir18 . Zira tarafların uyuşmazlıklarının mahkeme nezdinde çözümlenmesini talep etmeleri mümkün olmaksızın adil yargılanma hakkının diğer gerekliliklerinin sorgulanması mümkün değildir. Bununla beraber her iki mahkeme de her ne kadar 1982 Anayasasında ve İHAS’da mahkemeye erişim hakkı ile ilgili bir sınırlama sebebi öngörülmemiş olsa da mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olmadığı, belirli koşullar dâhilinde sınırlandırılmasının mümkün olduğu görüşündedir. AİHM, Ashingdane Kriterleri19 olarak isimlendiren kıstaslardan yola çıkarak mahkemeye erişim hakkı ile ilgili öngörülen sınırlandırmanın; meşru bir amaç gütmesi, hakkın özünü zedeleyecek nitelikte olmaması ve sınırlandırma ile güdülen amaçla orantılı olması koşuluyla mahkemeye erişim hakkına sınırlamalar getirilebileceğine karar vermiştir20 . AYM ise, AİHM tarafından öngörülen kıstaslara ilaveten mahkemeye erişim hakkı ile ilgili olarak getirilen sınırlandırmanın; açık ve ölçülü olması, başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması ve Anayasa m. 13’de yer alan kanunla sınırlandırma koşuluna uygun olması kıstaslarını koymuştur21 . AYM nezdinde dava açma ve kanun yoluna başvuru süreleri, yargılama masrafları ve aşırı para cezası ve vekâlet ücretinin yüksekliği ile ilgili olarak pek çok başvuru yapılmış olduğu gözlemlenmektedir.22 Özellikle mahkemeye başvuru ve kanun yolu sürelerinin yorumuyla ilgili olarak yapılan başvuruların önemi nedeniyle AYM’nin konuyla ilgili kararlarını irdelemeyi faydalı buluyoruz. İlgili kararlardan bazılarında şu değerlendirmelere yer verilmiştir.

AYM, Nihal Uslukol Başvurusunda (Başvuru No: 2016/73086)23 icra hukuk mahkemesinin kısa kararında kararın tefhim edilip gerekçesinin henüz yazılmadığından bahisle gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 10 gün içinde başvurucunun temyiz yoluna başvurabileceğini belirttiği ve başvurucunun da kararın tefhimden itibaren 10 gün içinde Yargıtay nezdinde temyiz talebinde bulunmasına rağmen Yargıtay tarafından temyiz talebinin reddedildiği yargılamada başvuranın mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine hükmederek yargılamanın yenilenmesine karar vermiştir. AYM, bu kararında adil yargılanma hakkının bir mahkeme kararına karşı üst yargı yoluna başvurmayı kapsamına almadığını ancak gerek suç isnadına bağlı yargılamalarda gerek medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda, kanun yollarına başvuru imkânı tanınmış ise bu kanun yolları bakımından da güvencelerin sağlanması gerektiğini vurgulamış (aynı yönde: İHAM Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65) ve başvurucunun ilk derece mahkemesinin kısa ve gerekçeli kararında belirtildiği üzere kanun yolu süresinin tebliğden itibaren başlayacağına güvenerek bu süre içerisinde kanun yoluna başvurmasını - mahkemelerin karara karşı başvurulacak kanun yolu süresini kanuna ve içtihatlara uygun olarak doğru şekilde gösterme yükümlülüğünü- de dikkate alarak Dairece başvurucunun temyiz talebini reddetmesini mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir. Ayrıca Yargıtay 9. HD T. 31.10.17 E. 2017/19842 K. 2017/17025 sayılı kararında ilk derece mahkemesince gerekçesi açıklanmamış bir hükmün HMK kapsamında tefhim edilmiş bir hüküm olamayacağı ve gerekçeli karar tebliğ edilmeden istinaf kanun yoluna başvurma süresinin başlamayacağından hareketle ilgili Bölge Adliye Mahkemesi kararını onamıştır. AYM, Kosifler Araç Kiralama Ltd. Şti. Başvurusunda (B. No: 2014/2831)24 temyiz harcının PTT’de yaşanan gecikme sonucu yasal süre içinde yatırılamaması nedeniyle temyiz talebinin reddedilmesini mahkemeye erişim hakkını ihlali olarak değerlendirerek yargılamanın yenilenmesine karar vermiştir. AYM, yine Muammer Tatar Başvurusunda (B. No: 2014/819)25 Asliye Ticaret Mahkemesinin kısa kararında kanun yolu süresini göstermeyip gerekçeli kararında yanlış göstermesini mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak değerlendirmiş ve yargılamanın yenilenmesine karar vermiştir. Son olarak AYM, Nebi Karataş ve diğerleri Başvurusunda (B. No: 2014/13001)26 , başvurucunun karar düzeltme dilekçesini UYAP üzerinden yasal süre içerisinde gönderdiği ancak Mahkemece geç işleme alınmış olması nedeniyle Yargıtay’ın süresi geçtikten sonra karar düzeltme talebinde bulunulduğu gerekçesiyle karar düzeltme talebinin reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini belirterek yargılamanın yenilenmesine karar vermiştir.

ÖZETLE; AYM’nin dava açma ve kanun yoluna başvurma süreleri ile ilgili genel tutumu, mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınması gerektiği doğrultusundadır (aynı yöndeki İHAM Kararı bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26.7.2007, § 29; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 21).

İHAM ve AYM, yargı mercilerine başvuran kişilerden yargılama gideri adı altında belli bir meblağ talep edilmesini yargılama kalitesinin korunması ve gereksiz davaların önüne geçilmesi bakımından meşru bir amaç olarak yorumlamış ancak bireylerin mahkemeye erişim hakkının önüne geçecek nispette yüksek yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini belirtmiştir. Bu anlamda, ödeme gücü bulunmayan kişilerin adli yardım sisteminden faydalandırılması da mahkemeye erişim hakkı bakımından önem taşımaktadır. Zira hukuk bilgisi olmayan bireylerin karmaşık hukuk kurallarını anlaması ve uygulaması oldukça zordur. İHAM, adli yardım sağlanması için dava konusunun başvurucu için önemi, ilgili usul kanununun karmaşıklığı, başvuranın kendisini etkili bir şekilde temsil etme kapasitesi ve avukat tutma konusunda yasal bir şartın varlığı gibi kıstaslar belirlemiştir. Mahkemeye erişim hakkı, yargı mercileri tarafından verilen kararların icra aşamasını da kapsar. Bu anlamda, yargı kararlarının icra edilmemesi de mahkemeye erişim hakkı bakımından ihlal teşkil etmektedir. Mahkeme kararlarının yerine getirilmesi, hukukun genel prensiplerinden biri olarak kabul edilen kesin hükme saygı ilkesi27 ile doğrudan ilgili bir zorunluluktur. Kesin hükme saygı ilkesi, 1982 Anayasasının 138. maddesinin son fıkrasında yasama ve yürütme organları ile idare bakımından mutlak bağlayıcı bir hüküm olarak düzenlenmiştir. Bu hükümde, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, mahkeme kararlarının bu organlar ile idare tarafından hiçbir suretle değiştirilemeyeceği ve bunların yerine getirilmesinin geciktirilemeyeceği kesin hükme saygı ilkesine ilişkin hiçbir istisnai hal öngörülmeksizin düzenlenmiştir. Kesin hükme saygı ilkesinin gereklerinin yerine getirilmediği bir hukuk sisteminde adil yargılanma hakkından doğan güvencelerin hiçbir anlamı kalmayacaktır. Zira bağımsız mahkemelerce hükmedilerek taraflarla birlikte yasama ve yürütme organları ile idare bakımından da bağlayıcı duruma gelen kesin hükmün taraflardan birinin hukuk alanını etkisiz kılmak amacıyla işlevsiz hale getirilmesi durumunda adil yargılanma hakkından doğan diğer güvencelerinin sorgulanması anlamsız bir hal alacaktır. Bu doğrultuda AYM, T. 02.06.1989 E. 1988/36, K. 1989/24 sayılı kararında28 , kesin hükme saygı prensibinin hukuk devleti ilkesi ile arasındaki ilişkiye değinerek “devlet işlemlerinin hukuka uygun olmasının kazanılmış haklara saygı duymayı gerektirdiğini, her kesin hükmün kazanılmış bir hakka yol açabileceği hasebiyle kesin hükme saygının kazanılmış hakka saygı anlamına geldiğini ve hukuk devletinin kazanılmış haklan korumada duyarlı davranarak hukuka bağlılığını örnek davranışlarla kanıtlayacağı” şeklinde değerlendirmelerde bulunmuştur. Aynı doğrultuda İHAM da mahkeme kararlarının yerine getirilmesini adil yargılanma hakkının bütünleyici bir parçası olarak değerlendirmektedir29 .