Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

COVID-19 Salgın Sürecinde Hükümlü ve Tutukluların Yaşam Hakkı

Prisoners’ Right to Life During the COVID-19 Pandemic

Gülay ÖZTÜRK

Ceza infaz kurumlarındaki aşırı kalabalık bugüne kadar ülkemizde onur kırıcı davranış, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele sayılarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 3. maddesinin ihlaline sebebiyet vermişken bugünkü salgın koşullarında ayrıca mahkûmların sağlığını ve yaşamını da tehlikeye atmaktadır. Zira salgın hastalığın bulaşmasını önlemek adına dışarıda uygulanan sosyal mesafe ve hijyen kuralları ceza infaz kurumlarında kısmen uygulanabilmektedir. Bu kapsamda Adalet Bakanlığınca ceza infaz kurumlarında alınan tedbirler ile 15 Nisan 2020 tarihinde yürürlüğe giren 7242 sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un yaşam hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu değerlendirme kapsamında hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulanan tedbirlerinin yetersiz kaldığı noktalar tespit edilerek, çözüm önerileri sunulmaya çalışılmıştır.

COVID-19, Ceza İnfaz Kurumları, Hijyen Tedbirleri, Yaşam Hakkı, Yaşam Koşulları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 7242 Sayılı Kanun.

While overcrowding in penal institutions has caused a violation of the 3rd article of European Convention on Human Rights due to inhuman / degrading treatment or punishment until today in our country, now it also puts the health and the life of the prisoners at risk in today’s epidemic conditions. Likewise social distance and hygiene rules, adapted outside to prevent the transmission of epidemic disease, can only be applied in penal institutions partially. In this context, the measures taken in the penal institutions by the Ministry of Justice and “The Act Amending Some Laws and the Act on the Execution of Penalties and Security Measures” with no 7242, adopted on 15th of April 2020, should be evaluated within the scope of the right to life. Within the scope of this evaluation, solutions have been endeavored to submit by determining the points where the measures adapted for prisoners are insufficient.

COVID-19, Penal Institutions, Hygiene Rules, Right to Life, Living Conditions, European Convention on Human Rights, Act No 7242.

I. Giriş

Aralık 2019’da Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkan Korona Virüsü (COVID-19) hızla tüm ülkelere sirayet etmiş ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihinde küresel pandemi ilan edilmiştir. Gelinen aşamada bütün ülkelere yayıldığı tespit edilen virüs ile mücadele kapsamında sosyal izolasyon sağlanarak mümkün mertebe virüsün yayılma riskinin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Her geçen gün sosyal yaşantının sürdürülmesi sebebiyle insanlar arasındaki temas devam etmekte ve her ne kadar erken tedbir almaya çalışılmışsa da alınan tedbirlerden önce yayılmaya başlayan virüs minimum düzeye indirilmiş olan sosyal faaliyetler ile varlığını sürdürmektedir.

Türkiye’deki duruma bakıldığında, Mart 2020’den itibaren Hükûmet tarafından COVID-19 ile mücadele kapsamında birçok çalışma yapıldığını ve alınan tedbirlere yönelik duyuru yapıldığını görmekteyiz. Bu kapsamda ilk önce ülkeye giriş çıkışlara yönelik kısıtlamalar getirilmiş, akabinde yurtiçinde seyahatler de izin şartına bağlanmış ve Zonguldak ile birlikte tüm büyükşehirlere giriş çıkışlar yasaklanmıştır. Bununla birlikte 20 yaşın altındaki kişiler ile 65 yaş üstü kişilere dışarı çıkma yasağı getirilmiş, maskesiz dışarı çıkma yasağı, kalabalık yerlerde bireyler arası mesafe kuralları, toplu taşımalarda sınırlı sayıda yolcu taşıma zorunluluğu, birçok yerde dezenfektan bulundurma zorunluluğu, ücretsiz maske dağıtımı yapılması ve maske satışı yasağı gibi hijyen tedbirleri alınmıştır. Bunun yanı sıra 11 Nisan 2020’den itibaren hafta sonları dışarı çıkma yasağı da getirilmiştir. Sosyal faaliyetleri ve teması en aza indirgemek adına kamu çalışanlarına uzaktan çalışma, dönüşümlü izin veya idari izin hakkı tanınması gibi bir takım açıklamalar da yapılmıştır. Özel sektör çalışanları için ise bir yandan işverenlerin mali yükünü hafifletmek diğer yandan işçilere ekonomik destek sağlamak adına işçilere işsizlik sigorta fonundan karşılanmak üzere kısa çalışma ödeneği verilmesi, ücretsiz izinde ücret desteği sağlanması, şimdilik üç ay süreyle fesih yasağı getirilmesi yönünde kararlar alındığı ve buna ilişkin geçici yasal düzenlemeler getirildiği görülmektedir.

Toplumun her kesimini ilgilendiren ve herkesin korunmaya muhtaç olduğu bu salgın sürecinde ise, tutukevleri, göçmen gözaltı merkezleri, yatılı bakım merkezleri, psikiyatri hastaneleri, huzurevleri, çocuk esirgeme kurumları gibi çok kalabalık alanlarda iç içe yaşamakta olan insanların virüse yakalanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları görülmektedir. Bu yazıda ise, ceza infaz kurumlarında bulunan tutukluların ve hükümlülerin durumu ve bu kişilere yönelik hükûmetin aldığı tedbirler değerlendirilecektir.

Virüsün cezaevindeki bir mahkûma bulaşma ihtimalinde aynı cezaevindeki diğer bütün mahkûmlara virüsün yayılması oldukça yüksek bir olasılıktır. Nitekim Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet Cenevre’de gerçekleşen 25.03.2020 tarihli konuşmasında, bu pandemi sürecinde özellikle hapishaneler, tutukevleri, göçmen gözaltı merkezleri gibi kalabalık yerlerde yaşamakta olan kişilerin durumuna dikkat çekilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu gibi yerlerde sosyal mesafenin sağlanmasının olanaksız olduğunu, üstelik hijyen koşullarının da kötü olduğunu ifade eden Bachelet, salgın hastalığın hızla yayılmasıyla birlikte cezaevlerinde ve diğer merkezlerde bildirilen ölüm sayısının artmakta olduğunu ve mahkûmların can kaybını engellemek adına acil önlemler alınması gerektiği duyurusunda bulunmuştur.1 Hükûmetlerin bu küresel sağlık krizi sürecinde çok zor kararlarla karşı karşıya kaldığını ifade eden Yüksek Komiser, bir şekilde kriz eylem planlarında cezaevlerinde tutulanları, kapalı akıl sağlığı tesisleri, huzurevleri veya yetimhaneler gibi sınırlı alanlarda kalmakta olanların da mutlaka dikkate alınması gerektiği, aksi takdirde bu ihmalin ağır ve yıkıcı sonuçları olabileceğini de eklemiştir. Buna yönelik önerilerde bulunan Yüksek Komiser, şu anda birçok ülkede uygulandığı üzere yetkililerin tutukluların ve hükümlülerin sayısının azaltılması için gerekli düzenlemeleri yapmaya çağırmıştır. Yaşlılar ve hastalar başta olmak üzere COVID-19 virüsüne karşı en savunmasız olanları serbest bırakmanın yollarının incelenmesi; ayrıca kadınların ve özellikle hamile olanların, engellilerin ve reşit olmayanların özel sağlık ihtiyaçlarını karşılamaya devam edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Bugüne dek Türkiye’de hükümlüler ve tutuklular ile ilgili alınan önlemlere bakıldığında ise; henüz ülkede 5 vakıa olduğu açıklandığında Bilim Kurulu ile birlikte hareket eden Adalet Bakanlığınca ceza infaz kurumlarında bir takım hijyen tedbirlerin alındığı ve görüşmelere geçici olarak kısıtlama getirildiği görülmektedir. Devamında ise bir süredir meclis gündeminde olan; kimine göre af yasası, kimine göre infaz rejiminde değişiklik olarak nitelendirilen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi 14 Nisan 2020 tarihinde kabul edilmiş, 15 Nisan’da ise Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Yürürlüğe giren bu Yasayla, ceza infaz kurumlarındaki yoğunluk ise kısmen azaltılmıştır. Alınan tedbirleri değerlendirmeden önce uluslararası hukuktan ve iç hukukumuzdan doğan yaşam hakkından kısaca bahsetmek yerinde olacaktır.

II. Yaşam Hakkı

Yaşam hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2’nci maddesinde düzenlenmektedir.2

Yaşam hakkı sözleşmede tanınan mutlak haklardan olup, maddede sınırlı sayıda belirtilen haller dışında bireyin yaşama hakkına hiçbir şekilde sınırlama getirilemez ve Sözleşmeye üye devletin bu kapsamda pozitif yükümlülüğü de bulunduğundan yaşam hakkının temin edilmesine yönelik her türlü tedbir alınmalıdır. Yaşam hakkını sağlamaya yönelik devlete yüklenen yükümlülükler negatif yükümlülük ve pozitif yükümlülük olmak üzere iki çeşittir. Kısaca açıklamak gerekirse devletin yaşam hakkı bağlamında negatif yükümlülüğü, devlet organları vasıtasıyla bireyin ölümüne sebebiyet verecek eylemlerin gerçekleştirilmemesini ifade eder. Bir başka anlatımla, kanunun cevaz verdiği durumlar haricinde, öncelikle devlet organlarının bireyi öldürmesi yasaklanmıştır. Bununla birlikte devletin, bireylerin birbirlerini öldürmesini engelleme, buna yönelik gerekli tedbirleri alma, yasalarında caydırıcı cezalara yer verme, kasten veya ihmal suretiyle ölüm gerçekleşmesi durumunda etkin bir soruşturma gerçekleştirme gibi bir takım yükümlülükleri vardır ki bunlar da devletin pozitif yükümlülüklerini ifade eder.

İlgili maddede belirtilen ölüm cezası istinası dahi bizim ülkemizde geçerli bir ihlal sebebi değildir. Zira Türkiye’nin imzalamış ve onaylamış olduğu AİHS Ek 6’ncı ve Ek 13’üncü Protokol ile ülkede ölüm cezası tamamen yasaklanmış bulunmaktadır. Bu husus ileride detaylı olarak incelenecektir.

Not edilmelidir ki maddede yer alan “herkes” ifadesi sosyal statü, cinsiyet vb. herhangi bir ayrım yapılmaksızın bütün kişileri ifade etmektedir. Dolayısıyla cezaevindeki mahkûmlar da elbette 2’nci madde koruması kapsamındadırlar. Ve yine mahkûmlar arasında da her hangi bir ayrım yapılmaksızın uygulanması gereken bir haktır. Aksi takdirde ayrımcılık yasağını temin eden AİHS’in 14’üncü maddesinin ihlali gündeme gelebilecektir. Bununla birlikte henüz onaylanmamışsa da Türkiye’nin 01.04.2005 tarihinde imzalamış olduğu Ek 12’nci Protokolün 1’inci maddesine aykırı bir durum söz konusu olacaktır. Türkiye açısından henüz yürürlük kazanmayan bu düzenlemede “hukuken tanınmış tüm hak ve özgürlükler” ifadesi ile ayrımcılık yasağı kapsamı genişletilmiş, sadece AİHS’de tanınan haklar ve özgürlükler ile sınırlandırılmamıştır.

Öte yandan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan hiçbir hak veya özgürlük, tanınan hakkı veya özgürlüğü daraltacak şekilde yorumlanamaz ve tanınan haklar ve özgürlükler aleyhine genişletilemez. Buna örnek olarak, ötenazi hakkıyla ilgili bir başvuruda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yaşam hakkının, bireyin ölüm hakkını içerecek şekilde genişletilemeyeceğini ifade etmiştir3 (bkz. Pretty/Birleşik Krallık).4

Yaşam hakkının devlete yüklediği yükümlülüklere bakıldığında ise, yaşam hakkının doğal bir sonucu olan devletin öldürme yasağı bulunmaktadır. Bu kapsamda devletin kasten ve taksirle öldürme fiilini işlememesi ve bireylerin hayatlarını tehlikeye atmaktan kaçınması gerekmektedir. Buradaki devletten kasıt, kamu görevlileri olmakla birlikte, sadece fiili bizzat işleyen devlet görevlisini değil; bu fiilin planlanmasından ve denetlenmesinden sorumlu devlet görevlilerini de ifade etmektedir.

Devlet kurumlarının hâkimiyeti altında bulunan kişiler ile ilgili, bir ölüm gerçekleşmesi durumunda ve özellikle bu kurumlara girerken sağlıklı olduğu tespit edildikten sonra bu ölüm meydana gelmişse devletin, AİHS’in 2’nci ve/veya 3’üncü maddelerini ihlal etmediğini ispat külfeti bulunmaktadır.5

Devletin keyfi öldürme yasağı anlamına gelen ve yukarıda açıklanan negatif yükümlülüğünün yanında pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu bağlamda devletin tüm bireyleri ölüme ve ölüm risklerine karşı koruyucu ve gerektiğinde cezalandırıcı tedbirler de alması gerekir.

Şu an cezaevlerinde bulunan mahkûmlar devletin hâkimiyet alanı içerisinde bulunduklarından özellikle bu kişilerin devletin korumasına muhtaç olduğu görülmektedir. Bir mahkûm veya tutuklu, normal koşullarda dışarıda veya kendi evinde bulunduğu takdirde kendi yaşamına yönelik alabileceği önlemleri, cezaevindeyken alma imkânına sahip değildir. Zira bilindiği üzere cezaevlerinde imkânlar çok kısıtlı ve özellikle şu süreçte en çok ihtiyacımız olan sosyal mesafenin bu gibi kısıtlı alanlarda sağlanması imkânsız denebilecek kadar güç.

Neticede, mahkûmların salgına karşı korunmasına yönelik devletin yükümlülükleri, hem negatif hem pozitif yükümlülük olarak iki farklı yönden değerlendirilebilir. Negatif yükümlülüğü gereği öncelikle devletin bireyleri keyfi olarak öldürmemesinin geniş yorumlanması gerektiğini söyleyebiliriz. Bu anlamda, sadece kamu görevlisinin öldürme fiili değil, devlet organları tarafından alınan kararlarla bireyin ölümüne sebebiyet vermesi de yaşam hakkı ihlaline yol açabilir. Buradaki keyfiyet kavramı ise, yasayla geçerli kılınmış bir gerekçe bulunmaksızın (ör. Kaçan şüpheliyi yakalama sırasındaki orantılı güç kullanımı, meşru müdafaa, vs.) öldürülmesi anlamını taşır. Yasal gerekçeler maddede sınırlı sayıda sayılmıştır; bunlar sırasıyla;

1) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;

2) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;

3) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması.”