Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Haksız Tahrik Kurumuna İlişkin Bazı Sorunlar

Current Problems With Regards to the Defense of Provocation

Devrim AYDIN

Eski zamanlardan beri, mağdurdan kaynaklanan haksız davranışlar nedeniyle öfkesini ve üzüntüsünü denetleyemeyen failin tepki suçu işlemesi halinde fail sosyal yönden daha az kınanmaktaydı. Haksız tahrik olarak nitelenen bu durumlarda, failin işlediği tepki suçunun gerçek nedeni mağdurun haksız davranışlarının failde doğurduğu öfke ve üzüntü olduğundan, failin cezası indirilmekte hatta kimi hallerde fail cezalandırılmamaktaydı. Günümüzde haksız tahrik kurumu, failin kusuruna etki ederek cezanın indirilmesi sonucunu doğuran hafifletici neden olarak ceza kanunlarında yer almaktadır. Haksız tahrik indiriminin uygulanması, mağdurdan kaynaklanan haksız hareketlerin varlığına bağlıdır. Türk ceza hukukunda ilk kez 1926 tarihli (765 sayılı mülga) Türk Ceza Kanunu’nda yer alan haksız tahrik kurumu, sınırlı değişikliklerle yürürlükteki (5237 sayılı) Türk Ceza Kanunu’nda da genel ve kanuni bir indirim nedeni olarak düzenlenmiştir. Haksız tahrikin hukuki niteliği ve uygulanması konusunda genel olarak yargı kararlarında bir tereddüt olmadığı gibi tahrik fiilinin haksız olup olmadığı konusunda da çok az hatalı karar söz konusudur. Faillerin tahrik savunması yaptıkları durumlarda mağdurun gelenekler ve değer yargılarıyla çatışan davranışlarının haksız ve hukuka aykırı olup olmadığının değerlendirilmesi; tasarlama, töre ve namus saikiyle insan öldürme suçlarında tahrik indiriminin uygulanıp uygulanmayacağı konularında geçmiş yıllara kıyasla çok daha az hatalı karar söz konusudur. Ancak kamuoyundaki hatalı bakışın yanı sıra basının olayları haberleştirme biçimi, haksız tahrik savunmasının mahkemeler tarafından tartışılmadan hemen kabul edilerek aile içi şiddet olaylarında ve kadınlara yönelik suçlarda fail yararına cezanın indirilmesi sonucunu doğurduğu yönünde hatalı bir algıya neden olmaktadır. Bu hatalı algının bir nedeni de öldürme ve yaralama suçlarında haksız tahrikin uygulanması halinde cezanın ciddi oranda indirilmesidir.

Suç, Ceza, Tasarlama, Töre Saiki, Namus Saiki, Haksız Tahrik.

Since old times, criminal law regards the infirmities of human psychology and recognizes the fact that the author may be provoked and therefore commit a crime. Provocation is an unjust act done by the victim which would cause the author to feel rage or strong grief that caused him to commit a crime against the victim. The provocative act must be unjust and also it must cause the victim to feel anger or strong grief. Provocation is no ground to escape criminal liability but it may be ground for mitigating the punishment in modern criminal law. The defense of provocation discount depends on the existence of unjust acts caused by the victim. The provocation defense in Turkish Criminal Code (art. 29) is a general and legal reason for the reduction of punishment. In general, there is no hesitation in judicial decisions regarding the legal nature and implementation of the provocation, and there are very few erroneous decisions about whether the act of provocation is unjust or not. However, the erroneous view in the public and the way the media report the events dictate that the unjust provocation defense is immediately accepted by the courts without discussion. There is an erroneous perception that in cases of domestic violence in cases of provocation, the penalty for the offender in the crimes against women has been reduced to the benefit of perpetrators.Even the reduction of the punishment or the removal of provocation defense from the criminal code will not be enough to prevent crimes against women, crimes based on domestic violence itself, but some limited amendments in the Turkish Criminal Code may correct the wrong view in the public.

Crime, Punishment, Murder, Vendetta, Honour Crimes, Unjust Provocation.

I. Haksız Tahrik Hakkında Genel Bilgiler

Kusur sorumluluğunun söz konusu olmadığı eski ceza hukuku dönemlerinde, failin kişiliği ve suça etki eden nedenler de göz ardı edilmiş; önce eski Yunan hukukunda daha sonra da Roma hukukunda yakınlarını zina halinde yakalayan failin işlediği insan öldürme suçunda cezanın indirilmesi yoluna gidilmiştir. Ortaçağ sona erinceye kadar İngiltere ve Galler hukukunda da, erkeklerin kendi onurlarını kendi silahlarıyla korumak amacıyla işledikleri öldürme fiilleri “tutku suçu” olarak nitelenerek indirim ya da cezasızlık nedeni olarak kabul edilmiş, 17. yüzyılda ise tahrikin doğurduğu öfkenin varlığı, insan öldürme suçunda indirim nedeni olarak düzenlenmiştir.1

19. yüzyılda ceza hukukuna egemen olan klasik ve liberal akımlar, failin psikolojik özelliklerinin ve suç işleme nedenlerinin dikkate alınmasını sağlamış; ceza hukukunun insanileştirilmesi çabaları, failin ceza sorumluluğu belirlenirken bireysel ve psikolojik özelliklerinin göz önünde bulundurulmasına yol açmıştır. Bu düşüncelerin etkisiyle 1813 tarihli Bavyera, 1840 tarihli Braunschweiger, 1841 tarihli Hessen ve 1850 tarihli Thrüngisch ceza kanunlarında tahrikin etkisiyle insan öldürme, indirim nedeni olarak düzenlenmiştir.2

19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, liberalizm ve hümanizm düşüncelerinin etkileri modern ceza hukukunun da şekillenmesini sağlamıştır. 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu, bu dönemdeki ceza hukuku anlayışını yansıtan bir düzenleme olarak, kendinden önceki Toscano, Piacenza ve Parma ceza kanunlarında yer alan tahrik halinde suç işlenmesine hukukî bir değer tanıyarak failin cezasının azaltılmasını kabul etmiştir.3 1889 tarihli İCK m. 51’de; “Colui che ha commesso il fatto nell’impeto d’ira o d’intenso dolore, determinato da ingiusta provocazione” (Haksız bir tahrikin meydana getirdiği öfke veya yoğun elemin buhran ve etkisiyle suç işleyen kimse...) ifadesi kullanılarak, öfkenin, failin kendisini denetleyemeceği kadar yoğun bir düzeye (buhran) ulaşması aranmaktaydı.4 Tahrikin buhran düzeyine ulaşması, failin kapıldığı heyecan nedeniyle davranışlarını kontrol edememesi olarak yorumlanmaktaydı.5 Buhran, tahrik nedeniyle duyulan öfkeden veya üzüntüden daha yoğun bir psikolojik durum olarak ele alınmış; ancak buhran halinde failin ceza sorumluluğunun olup olmadığının tesbiti önemli bir soruna dönüşmüştür. 1930 tarihli Kanunda ise, ceza hukuku açısından içeriği belirsiz bir kavram olan buhrandan söz edilmeyerek daha anlaşılır olan öfke kavramının kullanılması tercih edilmiştir.