Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Uluslararası Hukukta Nükleer Silahların Meşruluğu Sorunu

The Issue of the Legality of Nuclear Weapons in International Law

Yunus KESKİN

Nükleer silahların sahip olduğu insanlığı ve medeniyeti ortadan kaldırabilme gücü konusunda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Hatta nükleer silahların caydırıcılık politikası gereği uluslararası dengeleri sağladığını böylece büyük güçler arasında savaşlara engel olduğu kabulüyle meşruluğunu savunanlar da bu silahların sivil-muharip ayrımını imkansız kıldığını, kullanımının gereksiz acılara neden olacağını ve diğer birçok uluslararası hukuk normunu ihlal edeceği kabulüyle gayrimeşruluğunu savunanlar, silahın aynı özellikleri üzerinden hareket etmektedir. Bu Makale, nükleer silahlar konusunu; bilimsel, tarihi, uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk boyutlarıyla ele almaya çalışan bir girişimdir. Uluslararası Adalet Divanı’nın 1996’da verdiği Danışma Görüşü ve her bir hakimin Görüşe eklediği bireysel görüşleri ayırt edici yönleriyle ele alınacaktır. Makalenin sonunda, -her ne kadar nükleer silahlar bağlamında değerlendiriliyor olsa da- uluslararası hukukun yerleşmiş kabul edilen kavramlarından “menfaatleri özellikle etkilenen devletler doktrini” tartışmaya açılacak, kavramın ilk ortaya çıkış koşulları ile mevcut kullanımı irdelenecektir.

Nükleer Silahlar, Uluslararası İnsancıl Hukuk, Nükleer Silahlar Danışma Görüşü, Caydırıcılık, Menfaatleri Özellikle Etkilenen Devletler Doktrini

There is no debate over the issue of power of nuclear weapons that would be capable of wiping out humanity and civilization. In fact, those who defend the legality of nuclear weapons over the assumption of that they help to maintain an international balance as a matter of deterrence policy thereby preventing a war between major powers; and those who defend the illegality of nuclear weapons with the acceptance of that these weapons render the civil-combatant distinction impossible, their usage would lead unnecessary sufferings and would violate many other international law norms, act upon the same characteristics of the weapon. This Article is an attempt to cover the issue of nuclear weapons from scientific, historical, international relations and international law dimensions. Advisory Opinion of the International Court of Justice given in 1996 and the distinctive characteristics of the individual opinions of all the judges will be addressed. At the end of the Article -even though it is deal within the context of nuclear weapons- “specially affected states doctrine” which is an established concept of international law will be opened for discussion and the circumstances of its first emergence and its current usage will be discussed.

Nuclear Weapons, International Humanitarian Law, Nuclear Weapons Advisory Opinion, Deterrence, Specially Affected States Doctrine.

I. Giriş

Nükleer silahlar uluslararası hukuka uygun mudur? Nükleer silahların uluslararası hukuka uygun olarak kullanılabilmesi mümkün müdür? Hangi hallerde nükleer silahların uluslararası hukuka uygunluğu ya da aykırılığı ileri sürülebilir: Büyük bir savaşa son vermek için birkaç şehrin bombalanması; okyanusta, açık denizde, en yakın yerleşimden yüzlerce kilometre uzakta, ülke kıyılarına doğru gelen bir savaş gemisi filosuna karşı kullanılması; büyük bir çölün ortasında, savaş halinde olunan devletin kıtalararası balistik füze sistemlerinin yerleştirildiği askeri tesislerin hedef alınması; seyrüsefer serbestisine engel olacak şekilde silahlandırılmış ve sadece askeri amaçlarla kullanılan bir adanın yok edilmesi; III. Dünya Savaşı’nı başlatacağından şüphelenilen büyük bir askeri gücün neden olacağı yıkım ve ölümü engellemek adına başkentine saldırılması.

Nükleer silahlar, insanlığın tarih boyunca icat ettiği en ölümcül ve en etkili silahların başında gelmektedir. Bugün çok az sayıda devletin sahip olduğu bu silahın etkilerinin dünyanın sonunu getirebilecek nitelikte olduğu, ilk nükleer silahı üretmiş Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanları tarafından da açıkça dile getirilmiştir.1

Nükleer silahlarla ilgili endişeler genel olarak iki başlık altında toplanabilecektir: İlk olarak, nükleer silahlı devletlerin dahil olacakları silahlı çatışmaların, savaşların sonuçlarının tüm dünya için yıkıcı olabilecek olması. İkincisi ise, nükleer silah üretebilecek ve kullanabilecek terörist grupların dünyaya getirebileceği korku ve endişenin boyutunun emsalsiz olacak olmasıdır.2

Nükleer silahları uluslararası hukukta çeşitli yönleriyle yasaklayan ve kısıtlayan uluslararası sözleşmeler geniş katılım bulmuş olsa da 2017’de BM Genel Kurul’unda kabul edilen ve nükleer silahları her yönüyle tamamen yasaklayan sözleşme bugün itibariyle sınırlı bir destek görmektedir. Ne var ki uluslararası hukukun tek kaynağının sözleşmeler olmaması bu sorunun çözümüne katkı sağlayabilecek niteliktedir. Fakat bu kuralların yazılı ve açıklığa kavuşturulmuş nitelikte olmamaları, nükleer silahların meşruluğu sorunu gibi, bazı hallerde önemli tartışmalara kapı aralamaktadır. Uluslararası teamül hukukunun nükleer silahları yasak mı meşru mu gördüğü sorunu yaklaşık 75 yıldır süregiden bir tartışmanın konusunu oluşturmaktadır. 1996’da Uluslararası Adalet Divanı önüne getirilen sorun yine tam anlamıyla çözülememiş, Divan aksine tartışmanın daha da alevlenmesine yol açmıştır. Divan hakimleri de ciddi fikir ayrılığına düşmüş, 14 hakimle alınmış danışma görüşüne 14 hakimin tamamı bireysel görüşlerini ilave etmiş, meslektaşlarından ayrıldıkları noktaları; hukuki, bilimsel, siyasi, toplumsal, tarihi ve felsefi yönleriyle irdelemiş, farklı sonuçlara varmışlardır.

Sorun sadece tarihi değil, aynı zamanda güncelliğini koruyan ve önemi bakımından toplumların öncelikli olarak ele alması gereken bir niteliği haizdir. Uluslararası açıdan bakıldığında, Rusya 2015’te Status-6 (KANYON) adında, nükleer enerjili ve nükleer silahlı insansız bir denizaltıya sahip olduğuna dair bilgiyi, Putin’in generalleriyle yaptığı toplantıda dolaylı olarak göstermiştir. Denizaltının özellikleri; yüksek hızda hareket etmesi, tespit edilmesinin zorluğu ve kıyı şehirlerindeki (New York, Boston, Los Angeles, San Francisco) askeri, ekonomik ve sosyal hayatı tamamen sekteye uğratabilecek nitelikteki 100 megatonluk3 nükleer torpidoya sahip olmasıdır.4 Rusya bu silahın varlığını ABD’nin geliştirdiği füze savunma sistemlerinin caydırıcılık dengesini bozması ve bu dengeyi sağlamak için duydukları zorunluluk olarak açıklamıştır. ABD ise geliştirdikleri savunma sistemlerinin hedefinin Rusya değil; İran ve Kuzey Kore gibi ülkeler olduğunu ifade etmiştir.5 Tüm bunlar ve ABD’nin Ağustos 2019’da Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Sözleşmesi’nden çekilmesi, nükleer silahlar konusundaki dengelerin değişken ve kaygan yapısını ortaya koymaktadır.

Bu bakımdan, her ne kadar uluslararası hukuk konusu olarak tartışılsa da esasında nükleer silah sahipliği konusu devletlerin ulusal siyasetleri ve uluslararası ilişkiler politikaları gereği kararlaştırdıkları bir konudur. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın Eylül 2019’da, Türkiye’nin de nükleer silaha sahip olma arzusu bulunduğunu, mevcut durumda nükleer silahlı devletlerin diğer devletlere nükleer silah üretmeme konusunda dayatmada bulunamayacakları açıklaması da konunun sıcak bir şekilde varlığını sürdürdüğünün kanıtını oluşturmaktadır.6 Dolayısıyla nükleer silahlı olsun veya olmasın her devletin vatandaşının, insanlığın sonunu getirebilme kapasitesine sahip bu yıkım araçlarının mahiyetini her yönüyle bilmesinde fayda bulunmaktadır. Zira ancak bu şekilde ulusal ve uluslararası düzlemde nükleer silah sahipliğine ilişkin yapılacak tartışmalar ortak bir zemin üzerine inşa edilebilir.

Anlatılanlar çerçevesinde, I. Bölümde öncelikle nükleer silahların tarihi arka planı; ardından nükleer silahların etkileri ve özellikleri üzerinde durularak bu silahın doğası anlaşılmaya çalışılacaktır. II. Bölümde, özellikle nükleer çağın ilk dönemlerinde ve Soğuk Savaş sonrasında nükleer silahlı devletlerin nükleer silahları sınırlandırma ve engelleme yönündeki kısıtlı çabalarına yer verilecektir. III. Bölümde uluslararası hukukun nükleer silahlara ilişkin konulardaki kristalize edilmiş mevcut durumundan bahsedilecektir. IV. Bölümde ise, yazarın da katıldığı görüş çerçevesinde, nükleer silahların uluslararası hukukta neden yasak “olduğu” açıklanmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda nükleer silahları kullanmanın, kullanma tehdidinde bulunmanın ve nükleer silahlara sahip olunmasının uluslararası sözleşmelere ve özellikle uluslararası teamül hukukuna aykırı nitelikte olduğu gösterilecektir. Bu yolda ilerlerken de uluslararası teamül hukukunun yerleşmiş kabul edilen ve üzerinde pek fazla tartışmanın olmadığı “menfaatleri özellikle etkilenen devletler” doktrini tartışmaya açılacak ve niteliği anlaşılmaya çalışılacaktır.

II. Nükleer Silahların Tarihçesi ve Özellikleri

Nükleer silah teknolojisi, Nazi Almanya’sının bu alanda çalıştığı duyumu üzerine, bombayı daha önce bulmak isteyen İngiltere ve Amerika’nın beraber yürüttüğü Manhattan Projesi sonucunda bulunmuştur.7 Aynı dönemde Japonya da atom bombası yapma girişiminde bulunmuş ancak sonuç alamamıştır.8 Nükleer silah, savaşın sonuna yaklaşılmasına rağmen teslim olmayı reddeden Japonya’ya karşı ABD tarafından kullanılmıştır. ABD Başkanı Truman’ın bombanın kullanılması için öne sürdüğü gerekçe, teslim olmamakta ısrarcı olan Japonya’yı, büyük kayıplarla sonuçlanabilecek bir Japonya işgaline girişmeden teslim olmaya zorlamaktır.9

Japonya’da 6 Ağustos 1945’te vurulan ilk hedef, Japonya’nın önde gelen ikinci askeri sanayi şehri Hiroşima’dır.10 Tarih önemlidir zira BM Şartının imzalanmasından (26 Haziran 1945) yaklaşık 40 gün sonrasına aittir. Atom bombası 80.000 ile 140.000 kişinin ölümüne 100.000’den fazla kişinin de ağır şekilde yaralanmasına neden olmuştur. Üç gün sonra gerçekleştirilen ikinci saldırı ise Nagazaki’de gerçekleştirilmiş ve 24.000 kişinin ölümü, 23.000 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştır.11 Fakat bu kayıpların ötesinde, sonraki günlerde, radyasyon nedeniyle ortaya çıkan hastalıklar sonucu ölü sayısı artmıştır.12 Zira Hiroşima’da patlama merkezinin 1 km yakınındaki tüm hastaneler yok olmuş ve sağlık görevlilerinin %90’ı hayatını kaybetmiş; Nagazaki’de şehirdeki tüm sağlık hizmetlerinin 3/4’ünü oluşturan üniversite hastanesi yok olmuş ve çalışanlarının %90’ı hayatını kaybetmiştir.13 Saldırıların ardından, nükleer silahlara karşı ilk tepkiler gösterilmeye başlamıştır. Belirtmek gerekir ki, 1945’te Japonya’ya atılan atom bombaları, bugünkü nükleer silahlara kıyasla oldukça küçük ölçekte kalmaktadır.14

1948’in ortalarında Sovyet Rusya’nın Berlin’i kuşatması ABD ve Rusya ilişkilerini tırmandırmıştır. ABD yetkilileri, Sovyet Rusya’ya karşı nükleer silah kullanma planlarını dahi konuşmaya başlamıştır.15 ABD’nin nükleer silahlar üzerindeki tekeli çok kısa bir süre sonra, 1949’da Sovyet Rusya tarafından ortadan kaldırılmıştır.16 1949 yılına kadar elinde 235 adet nükleer bomba bulunduran ABD, 1950 sonrasında nükleer bomba üretimine hız vermiştir.17 Bu dönemde, ABD’nin Sovyet Rusya’ya karşı önleyici savaşa girişmesi gerektiğini söyleyen Amerikalı bürokratlar bulunsa da bu yol tercih edilmemiştir. Zira, ABD savaşı başlatan devlet olarak görünmek istememiş ve Rusya ile yapılacak savaştan galip çıkılacağının garantisi olmadığını fark etmiştir.18

Rusya’nın da atom bombasını üretmesiyle artık iki seçenek ortaya çıkmıştır: Karşılıklı olarak nükleer silahların terk edilmesi ya da silahlanma yarışı. Sonuç olarak taraflar silahlanma yarışını tercih etmiştir.19 Tüm bu gelişmelerin sonucu olarak ABD, 1952 yılı için önceki yıla kıyasla %458 oranında savunma harcaması artışı ve 2.2 milyonluk Savunma Bakanlığı personelinin 5 milyona çıkarılması kararı almıştır.20

31 Ekim 1952’de ABD ilk kez test ettiği hidrojen bombasıyla (termonükleer bomba), Hiroşima’ya atılan atom bombasının 500 katı gücünde bir bomba ürettiğini dünyaya göstermiştir. Pasifik’te bir adada gerçekleştirilen deneme adanın yok olmasına neden olmuştur.21 Bununla birlikte, nükleer silahın yapabileceklerinin farkına varmaya başlamış olan ABD, 1950’lerde nükleer saldırı karşısında nasıl tedbir alınabileceği konusunda okullarda eğitimler vermiştir.22 1952’deki ABD nükleer silah denemesinin karşılığı olarak Sovyet Rusya da 12 Ağustos 1953’te ilk termonükleer bomba testini gerçekleştirmiştir.23

1955-56’da başladığı kabul edilen caydırıcılık dönemi (“age of deterrence”), nükleer silahların ülkeler arasında dağıtımının sağlanması ve bu sayede misilleme endişesiyle devletlerin bir saldırı gerçekleştirmesini engelleme anlayışına dayanmaktaydı.24 Soğuk savaş dönemindeki siyasetçi, bürokrat ve akademisyenlerin çoğuna hakim olan anlayış, her iki tarafta da nükleer silahların bulunmasının gerçek bir savaşı engellediği yönündedir.25 Buna karşılık olarak ileri sürülen gerekçe ise, nükleer silahlar olsun veya olmasın, her devlet yöneticisinin bu dönemde savaşa girmenin ne kadar masraflı olacağını bilebileceği yönündedir.26 Ayrıca nükleer silahların caydırıcılığından ziyade, peş peşe iki dünya savaşından çıkmış Rusya’nın üçüncü bir dünya savaşına girmek istemeyeceği de söylenmiştir.27

Soğuk savaşta hakim olan iki örtülü kuraldan bahsedilmektedir: Hiçbir nükleer silahlı devlet başka bir nükleer silahlı devlete saldıramaz ve nükleer silahlı devlet nükleer silahlı olmayan bir devletle savaşta yer alırsa nükleer silah kullanamaz. 1958’de ABD askeri ve siyasi liderlerinin görüşmelerinde, ABD Dışişleri Bakanı John Dulles, ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki bir nükleer savaşın, nükleer silahların sahip olduğu güç ve radyasyon nedeniyle, kuzey yarım küreyi yaşanamaz hale getireceğini ve bu nedenle nükleer silahların ABD tarafından sadece misilleme amacıyla sınırlı olarak kullanılması gerektiğini belirtmiştir. Böylece, iki süper güç arasında soğuk savaş boyunca devam edecek olan karşılıklı güvenceli yıkım (mutually assured destructionMAD”) anlayışı doğmuştur.28

1962’de Sovyet Rusya’nın, Amerika’nın yakınında nükleer silah bulundurmak amacıyla Küba’ya yerleştirmeye çalıştığı nükleer silahlar ABD tarafından tespit edilmiştir. Ülkesine son derece yakın olarak konumlandırılacak nükleer silahların yarattığı tehlikeyi nazara alan ABD, Küba’yı abluka altına almış ve Sovyet ekipmanının Küba’ya girmesine engel olmayı başarmıştır. Küba üzerinde bir ABD uçağının düşmesi üzerine Küba’ya askeri müdahalenin gündeme geldiği dönemde, John F. Kennedy Sovyetlere bir öneri sunmuştur. Bu öneriye göre, Sovyetlerin Küba’daki nükleer silahları geri çekmesi durumunda ABD de Türkiye ve İtalya’nın güneyindeki nükleer silahları geri çekecek ve Küba ablukasını kaldıracaktır. Anlaşma taraflarca kabul edilip yerine getirilmiş ve nükleer bir savaşın çıkması engellenmiştir.29 Bu durum bazı yazarlar tarafından, şans eseri ve zoraki engellenmiş bir tehlike olarak değerlendirilmiştir.30

Bunun üzerine ABD’de füze savunma sistemlerinin geliştirilmesi konusu ön plana çıkmıştır. Bu fikrin savunucuları, teknoloji buna izin verirken ülkesini nükleer silahlara açık bırakmanın gayriahlaki olduğunu ifade ederken; bu fikre karşı çıkanlar bunun süper güçler arasındaki nükleer silah dengesini bozabileceğinden endişe etmiştir.31

1972’de Anti-Balistik Füzeler Sözleşmesi (The Anti-Ballistic Missiles Treaty) kabul edilmiş, taraf Devletler ülkelerinde başkentleri veya kıtalararası balistik füze (“ICBM”) depolarının bulunduğu bölgeden birisi olacak şekilde sadece bir adet balistik füze savunma sistemi kurabilecekleri konusunda anlaşmıştır.32 Sözleşme, özellikle ülke çapında füze savunma sistemi kurulmasını ise yasaklamaktaydı.33 Sözleşmenin amacı, silahlanma yarışını sadece saldırı düzleminde tutmak ve devletlerin savunma sistemlerini aşmak için üstün silahlar geliştirmesi yoluna gitmelerine engel olmaktı. ABD, bu Sözleşmenin terörist ve haydut devlet (rogue state) saldırılarına karşı kendisini etkili şekilde korumasını engellediğini söyleyerek 2002’de Sözleşmeden çekilmiş, sonucunda sözleşme yürürlükten kalkmıştır.34

Soğuk Savaş döneminde, nükleer savaş tehlikesinin ortaya çıktığı bir diğer olay ise Vietnam Savaşıdır. ABD, komünist rejimler Sovyetler Birliği ve Çin tarafından desteklenen Kuzey Vietnam’a karşı kullanmak üzere nükleer silah planları yapmıştır. Bu dönemde Başkan Nixon, nükleer silah kullanabilecek kadar “çılgın” (madman) olduğunu kanıtlamak için 1969 ve 1972’de çeşitli tehditlerde bulunmuşsa da bunlardan sonuç alamamıştır. Nixon’ın nükleer silah kullanma konusundaki kararı danışmanları tarafından engellenmiştir.35 ABD soğuk savaş boyunca nükleer cephaneliği için 5-10 trilyon Amerikan doları arasında harcamada bulunmuştur.36