Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İşe İade Davalarının Süresinin Makul Sürede Yargılanma Hakkı Kapsamında Değerlendirilmesi

Evaluation of the Duration of Reemployment Lawsuits within the Scope of the Right to Trial within a Reasonable Time

Bülent Ferat İŞÇİ

İşe iade davası, iş güvencesi kapsamında olan işçinin sözleşmesinin, 4857 sayılı İş Kanunu’nda belirtilen sebepler ve usul dışında feshedildiği durumda, işçinin işe geri dönmesini sağlayan bir kurumdur. Bu davalar, işçinin en kısa sürüde işe geri dönmesini amaçlamaktadır. Ancak anılan davaların, çoğunlukla, iş hukukunun ve 4857 sayılı Kanun’un amaçladığı süreden daha fazla sürdüğü de bir gerçektir. Bu durum ise, işçinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesine sebep olabilmektedir. Çalışmamızda, işe iade davalarının süresi, arabuluculuk kurumunun ve basit yargılama usulünün aşamaları göz önünde tutularak hesaplanmış ve belirlenen bu süre, makul sürede yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

İşe İade Davası, Makul Sürede Yargılanma Hakkı, Arabuluculuk, Basit Yargılama Usulü.

The Reemployment Lawsuit is an institution that provides the employee to return to work if the contract of the employee, covered by the employment security, is terminated outside the reasons and procedures specified in the Labor Law No.4857 by the employer. This lawsuit aims to reemploy the employee back to his/her previous work as soon as possible. However, it is also a fact that these lawsuits last longer than intended by labor law and the Labour Law No.4857. This may cause a violation of the right of the employee to be tried within a reasonable time. In our study, the duration of reemployment lawsuits was calculated by considering the steps of the mediation institution and the simple trial procedure and this duration was evaluated within the scope of the right trial within a reasonable time.

Reemployment Lawsuit, Right to Trial within a Reasonable Time, Mediation, Simple Trial Procedure.

Giriş

İş ilişkilerinde işçi, işveren karşısında zayıf konumdadır ve bu sebeple devlet tarafından korunması gerekir. Bu amaçla kanun koyucu, işçi ve işveren arasındaki ilişkiyi ayrıntılı bir şekilde çeşitli kanunlarda düzenlemiştir. Bu düzenlemeler arasında yer alan en önemli kurumlardan bir tanesi de iş güvencesidir. İş güvencesi, işçinin çalışma hakkının korunmasıdır. Diğer bir deyişle; işçinin emeğinin, emeği karşılığı aldığı ve kendisinin ve hatta ailesinin hayatını idame etmesini sağlayan ücretinin korunmasıdır. İş güvencesi kapsamındaki bir işçinin iş sözleşmesi feshedildiğinde, işçinin işe iade davası açma hakkı vardır. Bu hak, işverenin keyfi fesihlerinin önüne geçmekte ve işçinin bir an önce işine dönmesini sağlamaktadır.

7036 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu1 (İMK) ile hukukumuza giren zorunlu arabuluculuk kurumundan önce, işçinin işe iade davası açılabilmesi için fesih bildirim tarihinden itibaren bir ay içerisinde feshin geçersizliğinin tespiti davası açma hakkı bulunmaktaydı. Yeni düzenleme ile birlikte işe iade davası açmak isteyen işçi, fesih bildirim tarihinden itibaren bir ay içerisinde işe iade talebiyle arabulucuya başvurmak zorundadır. Uyuşmazlığın arabulucu önünde sonuçlandırılmadığı hallerde, arabulucu tarafından son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren işçi tarafından, iki hafta içinde işe iade davasının açılması gerekir.

7036 sayılı Kanun’un 7’nci maddesinin birinci fıkrasına göre, iş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulandığından, işe iade davaları açısından da uygulanacak olan usul, basit yargılama usulüdür. Ayrıca işe iade davalarının taşıdığı önem dikkate alınarak, 4857 sayılı İş Kanunu2 (İşK) m.20/3 ile anılan davaların ivedilikle sonuçlandırılması gerektiği ve mahkemece verilen karar hakkında istinaf kanun yoluna başvurulması halinde, bölge adliye mahkemesinin ivedilikle ve kesin olarak karar vereceği düzenlenmiştir.

Her ne kadar 4857 sayılı Kanun’da işe iade davalarının ivedilikle sonuçlandırılacağı öngörülmüş ise de, uygulamada, söz konusu davaların yaklaşık iki-üç yılda sonuçlandığı görülmektedir. İşe iade davası gibi, işçi açısından bu denli önemli bir yargılamanın uzun sürmesi, işçi açısından çekilmez bir hal alacaktır. Şüphesiz yargılamanın bu kadar uzun sürmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Anayasa ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ve bu hakkın bir unsuru olan makul sürede yargılanma hakkının ihlali anlamına gelecektir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) anılan konu ile ilgili geliştirmiş olduğu içtihatlar mevcuttur.

Çalışmamızda, iş güvencesini sağlayan araçlardan biri olarak, işe iade davalarının uygulamada ne kadar süre içerisinde sonuçlandırıldığı ve usul hukuku bakımından anılan davaların ne kadar süre içerisinde sonuçlandırılması gerektiği, AİHS ve Anayasa ile koruma altına alınan adil yargılanma hakkı ve bu hakkın unsuru olan makul sürede yargılanma hakkı çerçevesinde ve AİHM ile AYM’nin işe iade davalarının süresine ilişkin vermiş olduğu kararlar çerçevesinde incelenmiştir.

I. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve 1982 Anayasası Kapsamında Adil Yargılanma Hakkının Bir Unsuru Olarak Makul Sürede Yargılanma Hakkı

Hukuk devletinin temel unsurlarından biri olan adil yargılanma hakkı, yargılamaya ilişkin ilkelerin belirlenmesi ile objektif bir yargılama sonucunda adil bir karara varılmasını güvence altına alır. Ancak bu hak, yargılama sonucu verilen karardan daha çok, yargılama sürecine ilişkindir. Yani adil bir karar verilebilmesi için, gerekli bütün şartların sağlanıp sağlanmadığı önem taşır.3

Adil yargılanma hem bir insan hakkı olarak hem de medeni usul hukukuna hâkim olan ilkelerinden biri olarak karşımıza çıkar. Adil yargılanma hakkı, hukuk devletinin bir gereğidir ve bu hak insan onuruna dayanır.4 Bireylerin temel haklarının mahkeme önünde gerçekleştirilmesi ve korunması adil yargılanma hakkının tam olarak yerine getirilmesi ile sağlanır. Bu yüzden adil yargılanma hakkı, ulusal anlamda Anayasa ile güvence altına alınmışken, uluslararası anlamda da AİHS ile güvence altına alınmıştır.

Adil yargılanma hakkı, AİHS’nin 6’ncı maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrası, adil yargılanma hakkını “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir.” şeklinde düzenlemiştir.5

Adil yargılanma hakkının dört tane temel unsuru vardır.6 Bunlar; yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma, makul süre içinde yargılanma, aleni olarak yargılanma ve hakkaniyete uygun biçimde yargılanmadır.7 Bu unsurlardan herhangi birinin sağlanmaması durumunda, bireyin adil yargılanma hakkının ihlal edildiği kabul edilir.8 Bu sebeple, bir yargılamanın makul süre içinde sonuçlandırılamaması, diğer unsurların var olup olmamasına bağlı olmaksızın, kişinin adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmektedir.9

Makul sürede yargılanma hakkı, AİHS’nin 6’ncı maddesinde geçen adil yargılanma hakkının unsurlarından biridir. Doktrinde bir görüşe göre makul süre, davanın taraflarına ilave maliyetler yüklemeyen ve yargılama sonunda hakkın mahkemece sağlanmasını anlamsız hale getirmeyecek bir süre olarak ifade edilmiştir.10 Makul sürenin tanımı yukarıdaki şekilde olmakla beraber, kesin bir mutlak sürenin verilmesi mümkün değildir. Nitekim AİHM kararlarında belirli bir mutlak süreden bahsedilmemektedir. Kabul etmek gerekir ki, kesin bir sürenin belirlenmesi, yargılamanın sağlıklı devam edebilmesi için uygun da değildir. Bunun sebebi, her olayın kendine özgü şartları ve farklılıkları söz konusu olduğu için, her dava için yargılama süresinin makul olup olmadığı davanın özellikleri çerçevesinde değerlendirilmesidir.11

Bir yargılamada, makul sürenin aşılıp aşılmadığının belirlenebilmesi için, öncelikle yargılamanın süresinin belirlenmesi,12 daha sonra bu sürenin makul olup olmadığının belirlenmesi gerekir.13 Yargılama süresinin hesabında dikkate alınacak sürenin başlangıcı, kural olarak, yargılama sürecinin başlangıcı, yani ilgili mahkeme önünde davanın açıldığı andır. Belirli bir ön adımın veya başvurunun yapılması davanın açılması için ön koşul ise, bu durumda bu başvurunun yapıldığı an, makul sürenin hesabında dikkate alınacak sürenin başlangıcı olarak kabul edilir.14 Makul sürenin hesabında dikkate alınacak sürenin bitimi ise, kanun yolu başvuruları da dahil olmak üzere yargılamanın bütününü kapsayan süreyi sona erdiren kararın verildiği tarihtir. Yani uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması ile makul sürenin hesabında dikkate alınacak süre de sona erecektir.15

AİHM, makul sürenin aşılıp aşılmadığını belirlerken her dava için dört temel unsur16 üzerinden hareket etmektedir. Bu unsurlardan ilki, dava konusunun niteliği ve karmaşıklığı; ikincisi, yargılama sırasında tarafların tutumu; üçüncüsü, yargılama yapan mahkemenin tutumu, dördüncüsü ise, uyuşmazlık konusunun başvurucu için önemidir.17

Dava konusunun niteliği ve karmaşıklığı, makul sürenin belirlenmesinde önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Davanın karmaşıklığı arttıkça, yargılama süresi de artacaktır. Davanın bütün yönleri, hem hukukî hem de maddi (olaylar) açıdan, yargılamanın karmaşıklığının değerlendirilmesinde göz önüne alınır. Bunun içine, davaya konu olayın karmaşıklığı, hukukî meselenin tespitindeki güçlük, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller ve güçlükler, tanıkların sayısı, bilirkişi deliline ihtiyaç duyulması, delillerin miktarı gibi birçok unsur girer.18 Bu açıdan bakıldığında, daha karmaşık davaların daha basit davalara nazaran kısa sürmesi makul sürenin aşıldığı anlamına gelmez. Bu gibi davalarda yargılamanın uzun sürmesi adaletin olması gerektiği gibi yerine getirilebilmesi açısından önemlidir.19 Bu yüzden dava konusunun niteliği zorlaştıkça ve dava konusunun karmaşıklığı arttıkça yargılama süresi de artacaktır.20

İkinci unsur olarak, hukuk sistemimiz açısından taraflarca hazırlanma ilkesi ve resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu yargılamalar arasında, tarafların etkinliği noktasında farklılıklar bulunmakla beraber, genel olarak tarafların tutumunun yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi, yargılama süresinin makul olma niteliğinin değerlendirilmesinde göz önüne alınması gereken önemli bir unsurdur. Belirtmek gerekir ki, tarafların iddialarını kanıtlamak ya da savunmalarını yapmak amacıyla kendilerine tanınan usulî hakları sonuna kadar kullanmaları çok doğaldır. Burada önemli olan, yargılamanın ilerleyişinin taraflar tarafından hızlandırılması değil, yargılamanın ilerleyişine gereksiz yere engel olunmamasıdır.21 Yani taraflar, usulî haklarını kullanırken gereken dikkat ve özeni göstermeleri ve yargılamanın gereksiz uzamasına sebep olmamaları gerekir. Kabul edilmelidir ki, tarafların tutumundan dolayı yargılamanın uzamış olması, devlete atfedilemez.22

Yargılama faaliyetinin süresine ilişkin değerlendirmede göz önünde tutulması gereken diğer bir unsur, ilgili makamların tutumudur. Burada dikkat edilmesi gereken, sadece mahkemenin değil, devletin kamu gücünü kullanan tüm organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olup olmadığıdır.23 Yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir.24 Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile AİHS’nin 6. maddesi, devlete, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere hukuk sisteminin adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir.25 Bu nedenle, yukarıda bahsedilen sebeplerden dolayı, makul sürenin aşımı gerçekleşmişse, adil yargılanma hakkı da ihlal edilmiş olur.

Makul sürenin değerlendirilmesinde göz önünde tutulan son unsur ise, uyuşmazlık konusunun başvurucu için önemidir. Uyuşmazlık konusu, yani başvurucunun hangi menfaatinin tehlikede olduğu, makul sürenin değerlendirilmesinde önemli bir unsurdur.26 Örneğin; ceza davalarında, kişi tutuklu yargılanıyorsa, davanın daha çabuk sonuçlandırılması beklenmektedir. Benzer olarak, çocuğun korunması gereken bir dava söz konusu olduğunda da, yine davanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılması beklenmektedir.27

Belirtmek gerekir ki, makul sürenin değerlendirilmesinde, başvurucunun iddiasında haklı olup olmadığının bir önemi yoktur. Başvurucu, iddiasında haksız olsa bile, yargılama makul süre içerisinde tamamlanmaz ise, devletin sorumluluğu doğacaktır.28