Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Editör’den

Değerli Okurlar,

CHD’nin yeni bir sayısında daha sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu ve heyecanını yaşıyoruz. Bu sayımızda da yine birbirinden kıymetli bilimsel eserleri sizlerle buluşturuyor, bu bilimsel eserleri odağına alan bir tartışma ortamının sağlanmasına katkıda bulunuyoruz. Bu vesileyle CHD’yi bilimsel bir tartışma platformu olarak kabul eden değerli yazarlarımıza içtenlikle teşekkür ediyoruz. Aynı şekilde, CHD’nin niceliği değil niteliği önceleyen duruşunun en büyük güvencesi olan değerli hakemlerimize de ortaya koydukları özveri ve üstlendikleri sorumluluk nedeniyle şükranlarımızı iletiyoruz.

Bu sayımızın hazırlıkları devam ederken ceza infaz kurumundan firar eden bir hükümlünün işlediği vahşice cinayet ülke gündemini sarsmış, tüm gözlerin ceza infaz kurumlarına çevrilmesine neden olmuştur. Ancak her zaman olduğu gibi tartışmalar sorunların sıralanmasından öteye gitmemiş, çözüm önerilerine yönelik bilimsel yaklaşımlar popülist söylemlerin gerisinde kalmıştır. Esasında infaz hukukunun problemlerini önemseyen sınırlı bir çevre için bu tartışmalar yeni değildir. Örneğin 2017 Nisan sayımızın “ihmal edilen hükümlü ve infaz hukuku” temalı sunuş yazısında şu tespitleri yapmıştır: “…Yalnız bırakılan veya görmezden gelinen hükümlünün, cezasının infazından sonra içine karıştığı toplumda yeniden bir şüpheli veya sanık kimliğiyle karşımıza çıkması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü cezanın infazı sadece hükmedilen sürenin bir ceza infaz kurumunda geçirilmesini değil aynı zamanda hukuk düzenince belirlenen sınırların dışına çıkan hükümlüyü yeniden o sınırların içine dahil etmek (resosyalizasyon) için gerekli tredman çalışmalarını de kapsar. Şüphesiz ki bu noktada ceza infaz kurumlarımızın bir standart yakalayıp yakalamadığının titizlikle sorgulanması gerekmektedir. Bu sorgulama için de özellikle karşılaştırmalı hukuktan istifade edilmeli ve istatistik çalışmalarınma ağırlık verilmelidir. Bu anlamda mükerrirlerin durumu, ceza infaz koşullarının iyileştirilmesi, denetimli serbestlik uygulamalarının sonuçları mutlaka ve öncelikle ele alınmalıdır.” Bu bağlam içerisinde bu sayımızın sunuş yazısında ise özellikle mükerrirlerin durumuna dikkat çekmek istiyoruz. Hukukumuzda mükerrirler, itiyadi suçlular, suçu meslek edinenler ve örgüt mensubu suçlular özel tehlikeli suçlu olarak kabul edilmişlerdir (TCK m.58, m.6). Esasen bu gruptaki kişilerin daha zor ıslah olacağı hatta bazen ıslah olmayacakları düşünülmektedir. Dolayısıyla bu kişiler koşullu salıvermeden daha geç yararlanırlar ve mutlaka haklarında denetimli serbestliğe hükmedilir. Ancak kanımızca söz konusu kategoride yer alanların koşullu salıverilme sürelerinin uzun olması ve denetimli serbestliğe tabi tutulmaları tek başına yeterli değildir. Söz konusu suçluların yeniden topluma kazandırılması isteniyor ise mutlaka bunlara özgü rehabilitasyon merkezleri açılmalı ve bu alanda ıslah çalışmasına girişilmelidir. Adalet Bakanlığının bu yönde çalışmaları var ise de henüz iki rehablitasyon merkezi ile sınırlı olup niteliğe önem veren çalışmalar artırılmalıdır.