Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Kamusal Kimliklerin Tanınmasında İnsan Haklarının Rolü: İmkanlar ve Sınırlılıklar

The Role of Human Rights in Recognizing Public Identities: Possibilities and Limitations

Rıdvan TÜRK

İnsan haklarının felsefi kökenlerinin modern doğal hukuka dayandırılması yaygın bir tavırdır. Liberal ilkelere dayalı bu gelenek, hakların sırf insan olmaktan kaynaklandığını iddia eder. İnsan olmak, rasyonalite ve ahlaki özerklikle bir tutulur. İnsanı anlamın ve değerin merkezine yerleştiren bu düşüncenin felsefi temelleri Descartes ve Kant’ın bilgi ve ahlak felsefelerinde inşa edilmiştir. Bu çerçevede Kant’la birlikte nihai formuna ulaşan modern özne, benliğin ve kimliğin inşasında ‘öteki’ne ihtiyaç duymayan ve ötekini bir bilgi nesnesine indirgeyen bir yaklaşımın ürünüdür. Costas Douzinas’a göre insan haklarına sahipliği, birey olmaya; ‘öteki’ ile ilişkiyi çıkara dayalı, dışsal ve geçici ilişkilere indirgeyen bu yaklaşım sorunludur. İnsan haklarının modern öznesinin eleştirisi için, Hegel’in özneye tarihsel ve toplumsal gerçeklik kazandırma ve benliği öteki ile girişilen tanınma mücadelesinin bir ürünü olarak yapılandırma yönündeki teşebbüsü bir başlangıç noktası olarak alınabilir. Douzinas, Hegelci özne felsefesini insan haklarının temeline yerleştirir. Bu çerçevede haklar tanınma mücadelesinde bireylerin taleplerini destekleyen hukuki araçlara dönüşür. Hegel’e başvuru insan haklarına ‘öteki’nin kapılarını aralar. Fakat ötekinin kamusal kimliğinin insan hakları yoluyla tam bir tanınması ‘hukuk’ engeline takılır. Bu çalışmada insan haklarının tanınma mücadelesi ve toplumsal kimliklerin oluşum sürecindeki rolü, Douzinas’ın Hegelci temellere dayanan insan hakları felsefesi çerçevesinde tartışılacaktır.

Modern Özne, Öteki, Öznelerarasılık, Tanınma Mücadelesi, Kimlik.

It is commonly believed that the philosophical origins of human rights are based on modern natural law. This tradition, based on liberal principles, claims that rights are solely due to being human. Being human is deemed to be being rational and morally autonomous. The philosophical foundations of this idea, which places human as the center of meaning and value, were constructed in the philosophies of knowledge and morality of Descartes and Kant. In this regard, the modern subject, which has reached its final form with Kant, is the product of an approach that does not need the ‘other’ and reduces the other to an object of knowledge in the construction of the self and identity. In Costas Douzinas’s view, this approach which reduces owning human rights to being an individual and reducing the relationship with the other to interest-based, external and temporary relations is problematic. As for the critique of the modern subject of human rights, Hegel’s attempt to bring historical and social reality to the subject and to construct the self as a product of the struggle for recognition with the other can be taken as a starting point. Douzinas places the philosophy of the Hegelian subject on the basis of human rights. In this framework, rights are transformed into legal instruments supporting the demands of individuals in the struggle for recognition. The reference to Hegel opens the door of the ‘other’ to human rights. In this study, the role of human rights in the process of struggle for the recognition and formation of social identities is discussed within the framework of Douzinas’ human rights philosophy based on Hegelian foundations.

Modern Subject, Other, Intersubjectivity, Struggle for Recognition, Identity.

Giriş

18. yüzyılın büyük siyasi devrimlerinin ertesinde ilan edilen insan hakları, Hobbes ve Locke’dan itibaren gelişen güçlü bir siyasal felsefe geleneğine dayanır. Buna rağmen hakların ömrü oldukça kısa sürmüştür. Takip eden yüzyılın pozitivist ve totaliter eğilimleri insan haklarının izlerini büyük ölçüde sildi. Ayrıca haklar yalnızca politik gündemden dışlanmış değildi; aynı süreçte felsefenin, evrenselliğe karşı ‘tarihsellik’ ve atomik birey karşısında ‘toplum’ temalarını merkeze alan yönelimi insan haklarının entelektüel temellerini sarsan bir dizi felsefi açılımı destekledi. Ne var ki, dünya savaşlarının, katliamların, etnik temizliklerin, Auschwitz ve Hiroşima gibi acı deneyimlerin ardından ‘insanlık’ insan haklarını tekrar sahneye davet etti. Fakat, insan haklarının bu oyunun doğal bir üyesi olduğunu söylemek zordur. Zira insan hakları fikri önceki yüzyıllar boyunca epey tüketilmiş ve hakların teorik zemini zayıflatılmıştır. Buna rağmen, uluslararası alanda insan haklarının savaş sonrası düzenin en üst ahlaki değerlerini oluşturması gerektiği konusunda geniş bir konsensüs bulunmaktadır.

Gelgelelim, insan haklarının dönüşü felsefi açıdan oldukça sorunludur. Hakların gerekliliğine yönelik uzlaşı, entelektüel açıdan havada duran insan haklarına yeni bir kuramsal temel arayışını tetiklemiştir. İnsan hakları bu açıdan çağdaş etik ve siyaset tartışmalarının merkezinde yer alır. Bu zeminde vücut bulan insan haklarına yönelik postmodern eleştiri, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında yoğunlaşan Aydınlanma ve moderniteye dönük Batılı özeleştiriyi takip eder. Buna göre, insan haklarına yönelik eleştiri temelde iki kategoriye ayrılabilir. Birinci eleştiri meta anlatılara odaklanır ve bu anlatıların baskıcı ve totaliter karakterine vurgu yapar. İkincisi, insan haklarının da üzerinde yükseldiği zemin olan Kartezyen ve Kantçı ‘özne’ tasarımlarına yönelir. İnsan haklarının bir meta anlatıya dönüştürülerek kuramsal meşruiyetinin sorgulanır. Fakat insan haklarının teorik varsayımlarının yapısını bozan asıl etken hakların kaynağı ve ereği olan insan-öznenin felsefi yapıbozumudur.1

Bu bağlamda Costas Douzinas, ‘insan hakları çağı’nda en büyük hak ihlallerinin yaşandığı gözlemini merkeze alır ve bu paradoksal durumun kuramsal temellerini araştırır. Ona göre, bu durumun temel kuramsal nedeni hakların liberal ilkelere dayalı doğal hukukçu temellendirilmesidir. Zira bu temellendirmede hakların öznesi kendi benliği ile narsistik, ‘öteki’ ile çıkara dayalı ve dışsal ilişkiler kuran atomik bir bireydir. Toplumsallığın bu biçimi sevgi ve dayanışma duygularını zayıflatarak topluluğun temellerini sarsar. Bu noktada Douzinas’ın temel kuramsal endişesi hakların modern öznesini eleştirel olarak yeniden inşa etmektir.