Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Sistemsel Dönüşüm: Hukuksal ve Sosyo-Politik Bağlamda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi

Systemic Transformation: Presidential Government System in Legal and Socio-Political Context

Prof. Dr. Muharrem KILIÇ

İçinde bulunduğumuz tarihsel dönem, demokratik siyasal sistemi idame ettirme ve hatta geliştirme noktasında daha etkin bir yurttaş performansını gerekli kılmaktadır. Bu minvalde küresel reel-politiğin dönüştürücü dinamiklerinin yanı sıra Türkiye’nin jeo-politik ve jeo-stratejik gerçekliği erk dengesinin sistemsel dönüşümünü gerekli kılmıştır. Zira devleti idame ettirecek olan temel ilke devletin erksel işlevleri/fonksiyonları arasında kurulması gereken bu dengedir. Bu çerçevede ‘etkin yurttaşlık’, ‘etkin temsiliyet’ ve ‘etkin siyaset’ kavramsallaştırmaları üzerinden yeni bir demos ve kratos tasavvur ve pratiğine ihtiyaç bulunmaktadır. Ayrıca siyasal alana içkin değerlerin, söylemleri ve etkin aktörleri üzerinden yeniden tanzimi zorunluluk arz etmektedir. Bu doğrultuda, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, katılımcı demokrasinin asli öznesini oluşturan aktif yurttaşların, katılımcı demokratik vizyona sevkini mümkün kılacaktır. Böylece siyasetin meslekileşmesi ile kısırlaşan siyaset vizyonu ve politik aktörler yerini, siyasal alanı dinamize edecek etkin yurttaşlara ve yetkin politik figürlere bırakacaktır.

Demokrasi, Hükümet Sistemi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Sosyo-Politik Bağlam, Aktif Temsil, Dönüşüm.

Today’s world requires a more efficient citizen performance in maintaining and developing the democratic political system. In this manner, global realpolitik of the transition and the dynamics of Turkey’s geo-political/geo-strategic realities has made the systemic transformation of the balance of powers necessary. Because the basic principle that will maintain the state is the balance between the functions of the state. In this context, there is a need for a new demos and kratos imagination and practice through the conceptualizations of “active citizenship”, “effective representation” and “effective politics”. In addition, it is necessary to re-arrange the values of political spheres through their discourses and effective actors. In this respect, the presidential government system will enable the active citizens, who are the main subjects of participatory democracy, to refer to the participatory democratic vision. Thus, the politics vision and the political actors, who are sterilized by the professionalization of politics, will be replaced by efficient citizens and competent political figures who will dynamize the political sphere.

Democracy, System of Government, Presidential Government System, Socio-Political Context, Active Representation, Transition.

Giriş: Sistemsel Dönüşüm

Siyasi tarihimizde demokratikleşme sürecimizin kritik eşiğini hiç kuşkusuz, ikinci dünya savaşının hemen sonrasına tekabül eden dönemde (1946 sonrası) çok partili siyasal yaşama geçme serüvenimiz oluşturmuştur. Çoğulcu bir siyasal yapılanmaya doğru gelişerek evrilmesi beklenen bu geçiş süreci, ne yazıktır ki, soğuk savaş döneminin (1947-1991) puslu küresel ikliminde militaristik ve bürokratik vesayetin apolitik müdahalelerine maruz kalmak suretiyle kesintiler yaşamıştır. Söz konusu kesintili ve kısıtlı politik bağlam, tarihi parlamenter demokratik siyasal tecrübemizi istikrarsızlaştırmakla kalmayıp total olarak bütün politik sistemi oldukça kırılgan bir duruma sürüklemiştir. Demokratik siyasal sistemin halkın iktidarını mümkün kılan ‘halk (demos)’ ile ‘iktidar (kratos)’1 arasındaki tayin edici organik politik etkileşimi inkıtaya uğratmıştır.

Militarist dispolitik düzen tasavvuru ve pratiği, demos’un özerk bir politik ‘özne’ olabilme imkanını ortadan kaldırmıştır. İçkin iktidar yapılanmasını tayin eden ideolojik örüntüler üzerinden inorganik bir civitas icadı ya da üretimi yoluna gidilmiştir. Sosyo-politik imtiyazlar ve yasal güvencelerle donanmış bir kısım bürokratik yapılar, politik merkezi vesayet ederek zapt etmiştir. Tepeden inmeci politik bir hendese olarak tasarlanan bu mütehakkim düzen, geç modernleşme serüvenini sürdüren Türkiye’nin dinamik biçimde dönüşen sosyolojisi karşısında kaçınılmaz olarak aşınmıştır. Bu minvalde özellikle kentleşme, iç-dış göç, demografik hareketlilik, sınıfsal geçişlilik, sosyal refah, sermaye hareketliliği, okullaşma oranı ve aile yapılarındaki çözülme gibi bir takım sosyolojik etkenler, bu dramatik dönüşümün amilleri olarak sıralanabilir. Bütün olarak verili sosyolojik yapıyı dönüştüren söz konusu etkenler, çevrenin (periphereia) politik merkeze doğru hareketlenmesine yol açmıştır. Bu sosyolojik dinamik ve beraberinde gelen politik akışkanlık, politik merkezi temellük eden aktörlerce bir tehdit/risk unsuru olarak algılanmış ve tanımlanmıştır. Söz konusu tehdit algısı beraberinde içkin bir vesayet iktidarı üretmiştir. Bu apolitik iktidar, Abraham Lincoln’ün tanımlamasıyla ‘halk için halkın halk tarafından yönetimini’ yani demokratik politikayı önleyici müdahaleleri (hak ve özgürlükleri kısıtlamalar, yoğun güvenlikçi politikalar, siyasi partileri kapatmalar, vesayetçi müdahillikler, darbeler ve muhtıralar gibi) pervasızca sergilemiştir.

Kendinden menkul bir meşruiyet ihdası ile üretilen bu müdahaleci iktidar girişimleri, bütün unsurları ile siyasal alanı paralize etme misyonu üstlenmişlerdir. Bu kötücül amaç doğrultusunda, politik alanı işlevsizleştirme ve politik figür ya da aktörleri itibarsızlaştırma çabaları sistematik biçimde üretilmiştir. Bu süreçte kullanılan propagandist dil ve söylemin en etkili silahını, üretilen yapay korkular (fobia) ve güvenlik endişeleri oluşturmuştur. Apolitik iktidar aygıtları üzerinden sosyolojik bünyeyi tahrip etmeye ve manipülasyona dönük sindirim politikaları üretilmiştir. Kolektif güven/lik/sizlik duygusu ve anlamsız korkular icat etmek suretiyle bu kapalı düzen, demos-fobik bir dil ve söylem üretmiştir. Güvensizlik ve tekinsizlik üzerine kurulu bu ‘politiko-fobik’ kültür, sistematik sindirme politikaları ile tahkim edilmiştir.