Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Ölünün Mezarından Çıkarılmasına Yönelik Tedbir Kararları Bakımından Taraf Devletlere Tanınan Takdir Marjı Daralıyor mu? Solska ve Rybicka/Polonya Kararı(*)1

Is the Margin of Appreciation Granted to the Member States Narrowing Down Regarding to the Measures of Exhumation? Solska and Rybicka v. Poland

Ceren YILDIZ

Solska ve Rybicka/Polonya davası, bir ceza soruşturması kapsamında, aile bireylerinin rızası olmaksızın ölen kişinin mezardan çıkarılmasına ilişkin olarak Sözleşme’nin 8. maddesinin 1. fıkrasının uygulanabilirliğine ilişkin sorunu gündeme getiren ilk davadır. Mahkeme, bu meseleyi içtihatlarında daha önce özel olarak ele almamıştır.

Uçak Kazası, Mezardan Çıkarma, Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması, Etkili Başvuru Hakkı, Müdahalenin Orantılılığı, Takdir Marjı.

Solska and Rybicka v. Poland case raises an issue of applicability of Article 8 § 1 of the Convention to the exhumation of a deceased person against the will of the family members in the context of criminal proceedings. The Court has not yet specifically addressed this question in its case-law.

Air Crash, Exhumation, Right to Respect For Private and Family Life, Right to an Effective Remedy, Proportionality of the Restrictions, Margin of Appreciation.

I. Davanın Koşulları

Polonya Devlet Başkanı Lech Kaczyński, eşi Maria Kaczyńska ile birlikte çok sayıda üst düzey Polonyalı politikacı ve bürokratın da aralarında bulunduğu doksan altı kişi, Katyń katliamının 70. yıl dönümü için düzenlenen anma törenlerine katılmak üzere, 10 Nisan 2010’da Rusya’ya doğru yola çıktıkları sırada meydana gelen uçak kazasında hayatlarını kaybetmişlerdir.

Kazanın ardından geçen yaklaşık bir buçuk yıl aradan sonra Uluslararası Havacılık Komisyonu tarafından bir rapor yayınlanmıştır. Raporda kazanın patlama veya yangından kaynaklanmadığı, aksine kötü hava koşullarına rağmen inişte ısrar eden pilotun hatasının kazaya neden olduğu belirtilmiştir. Polonya bu rapora itiraz etmiş, kule görevlilerinin pilotlara yanlış bilgi verdiğini öne sürerek, ilgili görevlileri yoğun sise rağmen havaalanını uçuşlara kapatmamakla suçlamıştır. Başsavcı, doksan altı kişinin hayatlarını kaybetmesine yol açan uçak kazasıyla ilgili kanıtların yeniden incelendiğini ve elde edilen verilerin, iki Rus hava kontrolörü ile kontrol kulesindeki bir yetkilinin kasıtlı olarak kazaya sebebiyet verdiğini ortaya koyduğunu iddia ederek, bahse konu şüpheli üç kişiyi “kasten kazaya sebebiyet vermek” suçlamasıyla sorgulamak istediklerini belirtmiştir. Rus hükümeti ise Polonya’nın iddiasını sert bir dille reddederek; Polonya Devlet Başkanlığına ait Tupolev 154 tipi uçağın yirmi yaşında olduğunu, Polonyalı yetkililerin uzun süredir devlet liderlerini taşıyan uçakların yenilenmesini tartıştığını, ancak yeterli bütçe olmamasından dolayı uçakların yenilenmediğini ve uçak kazasının söz konusu uçağın bakım eksikliğinden kaynaklandığını iddia etmiştir. Bununla beraber Rusya’nın uçağın enkazını Polonya’ya iade etmemesi, iki ülke arasındaki ilişkilerde gerilimin daha da yükselmesine neden olmuştur.

Savcılık soruşturması sırasında Varşova Bölge Askeri Savcılığı’nın, Rus uzmanların kazada hayatını kaybedenleri teşhis ve yaşanılan süreci tespit etmede gösterdikleri gayret konusunda duyduğu şüphe neticesinde, Rusya’da gerçekleştirilen otopsilerin bazı usulsüzlükler içerdiği gerekçe gösterilerek, uçak kazası sonucu hayatını kaybedenlerin doğru teşhis edildiğinin tespit edilebilmesi için yeni araştırmaların gerekli olduğu belirtilmiştir. Bunun üzerine Ağustos 2011’den itibaren mezarların açılması ve otopsi işlemleri yeniden başlatılmıştır. Bazı mezarlar açılarak gerçekleştirilen otopsi işlemlerinde dokuz cesetten altısının kimliklerin yanlış tespit edildiği ve kazada hayatını kaybedenlerden bazılarının yanlış mezarlara gömüldüğü ortaya çıkmıştır. Bunun neticesinde Rus uzmanların, mağdurların yaşanılan süreci doğru bir şekilde kayıt altına almadıkları doğrulanmıştır ve bu nedenle kazada hayatını kaybeden doksan altı kişiden seksen üçünün mezarının açılmasına ilişkin usuli prosedürün başlatılmasına karar verilmiştir. Adli tıp tarafından gerçekleştirilecek incelemelerin kazanın nedenlerine ilişkin yeni deliller sağlayabileceği düşünüldüğünden, mezar açma işlemlerinin aşama aşama on iki ay içerisinde yapılacağı belirtilmiştir.

21 Haziran 2016 tarihinde Savcılık, kazada hayatlarını kaybeden kişilerin aileleriyle bir toplantı düzenlemiştir. Bu toplantının amacının, mezarların açılarak otopsi yapılma ihtiyacının açıklanarak, ilgili tüm ailelerin görüşlerinin alınması olduğu ifade edilmiştir. Ancak kazada vefat eden Katyń Aileleri Derneği aktivisti Leszek Solski’nin eşi Bayan Ewa Maria Solska ve kazada vefat eden Parlamento üyesi Arkadiusz Rybicki’nin eşi Bayan Małgorzata Ewa Rybicka1 ; eşlerinin mezarlarının açılma işlemlerine yönelik soruşturmayı yürütmek için, tüm hayatını kaybedenlerin cesetlerinin çıkarılmasının gerekli olmadığını iddia etmişlerdir. İlk başvurucu söz konusu toplantıya katılarak, Savcının, Devlet Havacılık Kazalarının İncelenmesi için Polonya Komitesi’nin raporunu eleştirmeye odaklandığını ve sadece soruşturma konusundaki kararını destekleyen ailelerin konuşmasına izin verdiğini belirtmiştir. İkinci başvuran ise Savcının ofisine güvenmediğini, mezarların açılması ve çarpışmaya ilişkin komplo teorilerini destekleyen ailelerin bu toplantıya katılmayı tercih ettiğini düşündüğü gerekçesiyle toplantıya katılmamıştır. Diğer ailelerin katılımıyla gerçekleşen toplantı neticesinde Savcı 7 Ekim 2016 tarihinde, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 209. maddesinin 1. ve 4. fıkrası ile 210. maddesi uyarınca, kazada hayatını kaybeden seksen üç kişinin cesetleri üzerinde otopsi yapılması için yerli ve yabancı adli tıp uzmanlarından oluşan bir ekibin görevlendirilmesine ilişkin karar almıştır.

12 Ekim 2016 tarihinde, ikinci başvurucu, eşinin cesedinin mezardan çıkarılmasına ilişkin itirazını içeren bir dilekçe ile Adalet Bakanlığı Başsavcısı’na başvurmuştur. 14 Ekim 2016 tarihinde ise ilk başvurucu, Moskova Adli Tıp Enstitüsü’nde gerçekleşen kimlik tespiti esnasında orada bulunduğunu, eşinin cesedini gördüğünü ve kimlik tespitinin doğru yapıldığını belirterek, mezardan çıkarma işlemine yönelik benzer bir itirazda bulunmuştur. Başvurucular bu kararın dayanağı olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili maddelerinin Anayasa hükümleri ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmüş, ancak Savcılık her iki itirazı da reddetmiştir.

Başvurucuların iddialarına göre, mezardan çıkarmaya yönelik rızaları dışında alınan karar ile ölen eşlerinin cesetlerine ve aynı zamanda hatırasına saygı gösterilmesine ilişkin haklar ihlal edilmiştir. Ayrıca, mağdurların kişisel durumları dikkate alınmadan genele ilişkin bir karar verilmiş olup, mağdurların kişisel haklarına saygısızlık yapıldığı ve ailelerin şeref ve haysiyetinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvurucular, Ombudsman tarafından Başsavcılığa gönderilen ve savcılığın kararına ilişkin yargısal denetimin öngörülmesi lehine argümanlar sunan 25 Ekim 2016 tarihli dilekçeyi, kendi itirazlarına gerekçe olarak göstermişlerdir. Bu dilekçede, savcının kararının ardından mezarların açılarak cesetlerin çıkarılmasının, Medeni Kanun tarafından korunan kişisel haklardan biri olan ölen kişinin hatırasına saygı hakkına bir müdahale teşkil ettiği ve bu hakkın bireyin özel hayatının bir parçası olduğu ifade edilmiştir. Polonya Anayasasının 47. maddesinde, herkesin özel hayatının yasal olarak korunmasını isteme hakkına sahip olduğuna yer verilmiştir. Bu hüküm ışığında, özel hayatının yetkili makamlarca ihlal edildiğini düşünen herkesin, yasal korumaya başvurma fırsatına sahip olması gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda ölen kişinin yakınlarına, savcının kararının hak ihlali bakımından orantısız olup olmadığının belirlenmesi amacıyla yasal yollara başvurma imkânı sağlanması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Buna karşın Savcılık mezardan çıkarılma işleminin yasal dayanağı olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 210. maddesine ilişkin itiraz yolunun kapalı olduğunu belirtmiştir.

Başvurucular sırasıyla 6, 7 ve 21 Aralık 2016 tarihlerinde, Savcılığın kararına karşı Varşova Bölge Mahkemesi’ne temyiz başvurusunda bulunmuştur. Bunun üzerine 3 Nisan 2017’de Varşova Bölge Mahkemesi, Savcılık kararına karşı itiraz imkânı tanımayan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 210. maddesinin Anayasaya aykırılığına ilişkin değerlendirmeyi yapmak üzere dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne göndermeye karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi; ölen bir kişinin hatırasına saygı duyulmasına ilişkin kişisel hakkın, sadece bir cenaze töreni düzenleme ve bir mezara saygı gösterme hakkını içermediğini; aynı zamanda ölen kişinin yakınlarının maneviyatına ve ölen kişinin hatırasına saygı gösterilmesi hakkını da kapsadığını ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin yerleşmiş içtihadı gereğince, ilgili yasal düzenleme doğrultusunda ölen yakınını gömme hakkı ile ölen kişinin hatırasına saygı gösterilmesi hakkının kişisel bir hak oluşturduğu ve bunun Medeni Kanun’un 23 ve 24. maddeleriyle korunduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte Yüksek Mahkeme; merhuma saygının, Avrupa kültürünün önemli bir unsuru olduğunu ve aynı zamanda ölen kişinin cesedinin “saygı ve sevgi” ile muamele görmesi gerektiğini kabul eden Katolik Kilisesi doktrininin temellerinden biri olduğunu işaret etmiştir. Mezara ve cesetlere saygı göstermeye ilişkin açık bir hüküm bulunmamakla beraber, bu durumun, bazı yasal normlardan kaynaklanan izahtan vareste bir ahlaki görev olduğunun evrensel olarak kabul edildiği ifade edilmiştir2 . Anayasa Mahkemesi’nin konunun geneline ilişkin çizdiği çerçevenin, başvuru konusu olaya uygulanmasına gelindiğinde ise, öncelikli olarak yalnızca yasalar tarafından açıkça belirtilen istisnai durumlarda cesede müdahaleye izin verildiği ortaya konmuştur. Bu doğrultuda Yüksek Mahkeme, bir mahkemenin veya savcılığın kamu yararının önemli ölçüde gerektirdiği hallerde soruşturma veya yargısal yetkilerine dayanarak bir cesedin mezardan çıkarılmasına ilişkin bir karar verebileceğini, somut olay bakımından kullanılan bu yetkinin münhasıran devam eden yargılama usulü çerçevesinde kaldığından bahisle ilgili hükmün anayasaya uygun olduğuna karar vermiştir.

Yapılan tüm itirazlara rağmen mezarların açılması 14 ve 16 Mayıs 2018 tarihlerinde gerçekleşmiştir. Bunun üzerine başvurucular Sözleşme’nin 8. maddesinin 1. fıkrası gereğince merhum yakınlarının anısına saygı gösterilmesi hakkının aile yaşamının bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia ederek; rızaları olmaksızın eşlerinin mezardan çıkarılmasının AİHS’in 8. maddesi kapsamında düzenlenen özel hayat ve aile hayatına saygı hakkının korunmasına keyfi bir müdahale teşkil ettiğini ve Savcılık kararına karşı herhangi bir yargısal denetim yolu öngörülmemesinin iç hukuk yollarının etkinliği bakımından bir hak ihlali oluşturduğu gerekçesiyle AİHM’e başvuruda bulunmuşlardır.

II. Başvurucuların İddiaları

Başvurucular Ceza Muhakemesi Kanunu’nun soruşturma sırasında Savcılık tarafından verilen belirli kararlara karşı mahkemeye başvurmalarına olanak tanıdığını belirtmiştir. Bunlar; arama ve el koyma, telefon görüşmelerinin kontrolü ve kaydedilmesi ile önleyici tedbirlere ilişkin kararlardır. Başvurucular tarafından Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerinin, keyfiliğe karşı herhangi bir koruma sağlamadığı, özellikle merhumun ailesinin mezardan çıkarılma kararına karşı bağımsız bir mahkemeye itiraz etmelerine olanak tanımadığı iddia edilmiştir. Bununla birlikte, pozitif hukuk çerçevesinde Savcılığın, ölen kişinin ailesinin duygularını ve tercihlerini dikkate almaksızın, bireylerin özel hayat ve aile hayatına keyfi olarak önemli bir müdahale oluşturacak şekilde önlem alma yetkisine sahip olduğu ifade edilmiştir.

Bununla beraber başvurucular Sözleşme’nin 8. maddesinde koruma altına alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle başvuru yapmışlardır. Buna ilişkin ortaya koydukları gerekçelerden ilki, kazaya bir patlamanın neden olduğu hipotezini doğrulamak için kazada hayatını kaybedenlerin tümünün mezarlarının açılmasına ilişkin emrin, bir kararda toplanmasının yersizliğine ilişkindir. Savcılığın öncelikle, aileleri karşı çıkmayan kişilerin mezarlarının açılmasını ve cesetlerinin çıkarılmasını emredebileceğini, bu eylemlerin sonuçsuz kalması halinde diğer cesetlerin çıkarılması için haklı gerekçe olabileceği iddia edilmiştir. İkinci gerekçe, kazada hayatını kaybedenlerin tümünün mezarlarının açılmasının ve cesetlerinin çıkarılmasının, cesetlerden dördünün önceden yakılmış olması nedeniyle imkânsız olduğuna ilişkindir. Başvurucuların üçüncü gerekçesi, kendilerine ne savcı ne de Hükümetin kazada hayatını kaybedenlerin yanlış teşhis edildiğini gösteren herhangi bir kanıt sunmadığına yöneliktir. Dördüncü ve son gerekçe ise, başvurucular tarafından, Polonya makamlarının, kazada hayatını kaybedenlerin cesetlerinin Polonya’ya geri gönderildikten sonra ve definlerinden hemen önce kimlik teşhisi yapmak için bir fırsata sahip oldukları fakat bunu yapmadıkları, ilgili kararın Savcılık tarafından kazadan altı yıl sonra verildiğine dayanmaktadır.

Ayrıca başvurucular, eşlerinin mezarlarının açılması ve cesetlerinin çıkarılmasıyla ilgili karar alma sürecine katılmadıklarını, söz konusu kararın ardından yapılan toplantının, başvuranların karar verme sürecini etkilemesine izin verilmediğinden, istişare olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmişlerdir. 7 Ekim 2016’da söz konusu karar verilmeden önce ailelerle bir toplantı düzenlenmesi gerektiğini, böylece savcılığın karar vermeden önce, ailelerin görüşlerinin alınmasına ve tercihleri bakımından saygı duyulan seçeneklerin değerlendirilmesine imkân tanınabileceğini vurgulamışlardır. Başvurucuların görüşüne göre, yakın bir akrabanın mezarının açılması ve cesedinin çıkarılması gibi hassas konularda, çatışan menfaatlerin dengelenmesine ilişkin yargısal denetim öngörülmesi gerekmektedir. Mahkemenin bu doğrultudaki içtihatları uyarınca yargı denetimi, 8. madde ile korunan haklara yapılan keyfi müdahalelere karşı en önemli güvencelerden birini oluşturmaktadır3 . Herhangi gerçek bir istişarenin ya da yargı denetiminin olmaması, kazanın gerçekleşme zamanı ile savcının kararı arasındaki sürenin uzaması nedeniyle daha da önemli hale gelmiştir. Başvurucular, alınan kararın haklı bir gerekçeye dayanmadığını ve yetkililerin zamanında eylemsiz kalmalarının sonuçlarını ortadan kaldırmak amacıyla alınan, kazanın kendilerinde yarattığı travmayı yeniden yaşamalarına neden olacak karara yönelik ikna edici argümanların ileri sürülmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Ancak iddiaya göre Hükümet, bu tür psikolojik travmaya tekrar maruz bırakılmayı haklı çıkarabilecek ikna edici herhangi bir argüman sunamamıştır.

III. Hükümetin İddiaları

Savcının 7 Ekim 2016 tarihli kararının amacının, kazada hayatını kaybeden seksen üç kişinin cesetleri üzerinde otopsi yapmak amacıyla yerli ve yabancı adli tıp uzmanlarından oluşan bir ekip atamak olduğu belirtilmiştir. Bu doğrultuda adli tıp uzmanlarının kazada hayatını kaybedenlerin cesetlerini inceleyebilmeleri amacıyla cesetlere erişimin sağlanmasının gerekliliği vurgulanmıştır. Bu kararın tek başına, Sözleşme’nin 8. maddesinin 1. fıkrası açısından özel hayata bir müdahale teşkil etmediği, dolayısıyla Sözleşme’nin 8. maddesinin somut olayda uygulanabilir olmadığı iddia edilmiştir.

Yasallığa ilişkin olarak Hükümet, 7 Ekim 2016 tarihli kararın, Ceza Muhakemesi Kanunu’na dayandığını, bunun da açıkça gerektiğini belirtmiştir. Bir suçun işlendiğine ilişkin şüphe varsa ve bu şüphe haklı bir gerekçeye dayanıyorsa savcının soruşturma açması kanunen zorunludur. Ayrıca, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 209. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, ölüm şeklinden şüphe edilmesi halinde otopsi yapılmasının zorunluluğu öngörülmektedir. Ölüm oranının sayıca fazla olduğu durumlarda, yalnızca belirli mezarların açılmasına karar vererek, diğerlerini bu kararın dışında tutmak üzere yapılan tercihin, özellikle de ölüm sebebinin uçak kazasında olduğu gibi farklı bir nedene dayandığı durumlarda ayrımcı olarak nitelendirilebileceği ifade edilmiştir. Bu doğrultuda savcılık makamının, sadece belli bazı mezarların açılmasına karar vermesi halinde, bu kararın etkili soruşturma standartlarına aykırı olacağı ileri sürülmüştür.

Hükümet, kazayla ilgili soruşturmaya ilişkin olarak; meşru amaç bağlamında ulusal ve kamu güvenliğinin, ülkenin ekonomik refahının ve suç işlenmesinin önlenmesinin gerçekleşen kaza nedeniyle tehlikede olduğunu belirtmiştir. Hükümet, Sözleşmenin 2. maddesi kapsamında koruma altına alınan yaşam hakkının korunması bakımından devletin usuli yükümlülüğüne atıfta bulunarak, Devlet tarafından bir kişinin ölümüne ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmesinin gerekli olduğunu belirtmiştir. Soruşturmayı yürüten yetkililerin ise şüpheli durumu doğru bir şekilde araştırmak için tüm makul adımları atması ve gerekli önlemleri alması gerektiği vurgulanmıştır.

Hükümet, mevcut davada yürütülen soruşturmanın, Polonya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı da dahil olmak üzere, en yüksek düzeydeki devlet memurlarının öldüğü benzeri görülmemiş ve Devletin tüm işleyişinin etkilendiği bir olaya ilişkin olduğunu yinelemiştir. Otopsiler aracılığıyla elde edilecek bilgilerin, kazanın nedenlerinin açıklanması ve kazada hayatını kaybedenlerin ölüm nedenlerinin saptanması bakımından hayati önem taşıdığı ifade edilmiştir.

Hükümet’e göre Devlet makamları, soruşturmanın menfaati bakımından, mevcut olayda Sözleşme’nin 2. maddesi gereğince yaşam hakkının korunması bakımından devletin sahip olduğu usuli yükümlülük ile 8. maddenin 1. fıkrası ile korunan kişilerin özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı arasında denge kurmak zorunda kalmıştır. Böylelikle; devam eden soruşturmanın bir parçası olarak mezarların açılmasının gerekli görüldüğü durumlarda, haklı olarak özel hayat ve aile hayatına müdahale edilebileceği4 ileri sürülerek, mevcut olayda yetkililerin menfaatleri dengelemek suretiyle, çatışan menfaatleri uygun bir şekilde ele aldığı vurgulanmıştır.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun hükümleri gereğince savcılığın soruşturma yürütmekten sorumlu makam olduğu ve soruşturmanın hedeflenen amaca ulaşabilmesi için bazı konulara ilişkin takdir yetkisine sahip olduğu belirtilmiştir. Savcılara devam eden soruşturma sırasında ancak usule ilişkin kararlar almalarına izin verilmesi halinde suç işlenmesinin önlenmesinin ve faillerin cezalandırılmasının mümkün olacağı belirtilmiştir. Bu doğrultuda yasama organının, kişisel menfaatler ile kamu yararının bazı durumlarda çatışacağının bilincinde olarak, bu tür kararlara karşı itiraz yolunu kapadığı, aksi takdirde soruşturmanın, çoğunlukla haklarının ihlal edildiğini düşünen ve davanın taraflarınca yapılan çeşitli itirazlar nedeniyle işleyemez hale geleceği ifade edilmiştir.

Bu kapsamda savcının 7 Ekim 2016 tarihinde vermiş olduğu kararın gerekçesi, hem kazanın hem de ölüm nedeninin açıklanmasının yanı sıra mağdurların kimliğinin teyit edilmesi ihtiyacına dayandırılmıştır. Savcının soruşturmanın kapsamını ve mağdur sayısını göz önünde bulundurarak, yeni uzmanlar ve bilirkişiler tayin ederek, kapsamlı bir görüş talep etmekten başka alternatifinin olmadığının altı çizilmiştir.

Kazada hayatını kaybedenlerin doğru bir şekilde tanımlanmasının, yakınlarının ölen kişinin anısına ve defnedilmesine saygı gösterilmesi haklarından tam olarak yararlanmasını sağlayacağı belirtilmiştir. Zira Hükümet’e göre; bu hakkın gereğinin yerine getirilmesini sağlamanın tek yolu, mezarların içinde gömülü olan cesetlerin orada gömülü olduğuna inanılan kişilere ait olduğundan emin olmaktır. Bu nedenle de cesetler üzerinde DNA testleri yapılması zorunluluğu vurgulanmaktadır.

Başvuranın ifadelerinin aksine, Savcının kazada hayatlarını kaybedenlerin mezarlarının açılmasına ilişkin kararı vermeden önce yakınlarına danışmak amacıyla bir görüşme talep ettiği belirtilmiştir. Bu ise Savcının, başvuranların kuşkularının giderilmesini ve söz konusu kararın gerekçelerinin doğru bir şekilde açıklanmasını sağlamak üzere adımlar atmış olduğunu göstermiştir.