Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Hasan Tunç ve Diğerleri / Türkiye Kararı (Başvuru No. 19074/05, Karar No.31 Ocak 2017) Işığında Adil Yargılanma Hakkı Bakımından Kısa Bir Değerlendirme

Eine Kurze Beurteilung Über das Recht auf Faires Verfahren im Lichte des Hasan Tunc und die Andere/Türkei (Beschwerdenr. 19074/05) Urteils

Fatih GÜNDOĞDU

AİHS m.6 f.1’e göre “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir...” Bu madde adil, çabuk ve kamuya açık yargılanma hakkını garanti etmektedir. Adil yargılanma hakkından bahsedebilmek için aynı zamanda yasayla kurulmuş, tarafsız ve bağımsız bir mahkemenin varlığı da aranmaktadır. Tüm bunlara ek olarak mahkemeye erişim hakkı da AİHS m.6’nın esaslı bir unsuru olarak kabul edilmektedir. Bu kararda Mahkeme başvuranların iç hukukta mahkemeye erişim haklarının engellendiğine ve yargılamanın makul süre içinde yapılmadığına karar vermiştir.

AİHS, Adil Yargılanma Hakkı, Mahkemeye Erişim Hakkı, Makul Süre, Açık Duruşma

Nach Art. 6 Abs. 1 EMRK “hat Jede Person ein Recht darauf, daß über Streitigkeiten in bezug auf ihre zivilrechtlichen Ansprüche und Verpflichtungen oder über eine gegen sie erhobene strafrechtliche Anklage von einem unabhängigen und unparteiischen, auf Gesetz beruhenden Gericht in einem fairen Verfahren, öffentlich und innerhalb angemessener Frist verhandelt wird. 2 Das Urteil muß öffentlich verkündet werden..” Die Vorschrift des Art. 6 EMRK garantiert ein faires, zügiges und öffentliches Verfahren. Der Anspruch auf ein faires Verfahren wird ergänzt durch das Gebot der Unparteilichkeit und Unabhängigkeit des entscheidenden Gerichts, das auf einem Gesetz beruhen muss. Darüber hinaus ist das Recht auf Zugang zum Gericht ein Bestandteil desin Art. 6 Abs. 1 verbrieften Rechts. In diesem Urteil stellte der Gerichtshof fest, dass die Beschwerdeführer den Zugang zu einem Gericht nach innerstaatlichem Recht verweigert hatten und dass das Verfahren nicht innerhalb einer angemessenen Zeit eingeleitet worden war.

EMRK, Das Recht auf ein Faires Verfahren, Das Recht auf Zugang zum Gericht, Angemessene Frist, Öffentliches Verfahren.

I. Olaylar

Başvuranlar, Hasan Tunç Memiş Tunç ve Mehmet Tunç Türk vatandaşlarıdır ve sırasıyla 1935, 1946 ve 1946 doğumludurlar ve de Ankara’da ikamet etmektedirler. 1994 yılında vefat eden başvuranların annesi, 1946 yılında Serik’te bulunan 47 ve 49 no.lu parsel olarak belirtilen iki taşınmazı ilk evliliğinden olan iki kızından birisi olan İ.Y.ye satmıştır. İ.Y. 1950 yılında, yine bu ilk evlilikten olan erkek kardeşi M.Y.ye söz konusu taşınmazların mülkiyetinin yarısını devretmiştir. Böylece bu iki taşınmaz tapu siciline, başvuranların iki üvey kardeşi adına kaydedilmiştir.

Başvuranlar 1 Kasım 1996 yılında, Serik Asliye Hukuk Mahkemesi’ne (“Asliye Hukuk Mahkemesi”) başvurarak, 47 no.lu parselin tapusunun iptalini talep etmişler ve taşınmazdaki miras paylarını istemişlerdir.

Başvuranlar 17 Nisan 1997 tarihinde, Mahkeme önünde yukarıdaki taleplerini yineledikleri başka bir dava açarak 49. no.lu parsel için de benzer bir talepte bulunmuşlardır. Başvuranlar taşınmazların değerinin 13.000.000 eski Türk lirası olduğunu belirtmişlerdir. Başvuranlar, söz konusu parsellere ilişkin anneleri ve üvey kardeşleri arasında gerçekleştirilen işlemin aslında annelerinin hayatını kaybettiğinde bu taşınmazların kendilerine miras kalmaması amacıyla yapılmış muvazaalı bir satış olduğunu iddia etmişlerdir. Başvuranlar, M.Y.nin de aynı gerekçelerle, satış kisvesi altında 47 no.lu parseldeki hissesini gelinine/üvey kızına devrettiğini iddia etmişlerdir.

Mahkeme belirtilmeyen bir tarihte, söz konusu davalar arasında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle davaların birleştirilmesine karar vermiştir. İhtilaf konusu taşınmazların değerinin tespiti için 11 Kasım 1998 tarihinde mahkemece mahallinde keşif yapılmıştır. 30 Kasım 1998 tarihinde düzenlen bilirkişi raporuna göre, parsellerin başvuranların dava açtığı tarihteki toplam değeri 5.450.625.000 eski Türk lirasına tekabül etmektedir.

Mahkeme 10 Şubat 1999 tarihinde, mahkeme masraflarını (harç) tamamlamaları için başvuranlardan bilirkişi raporunda tespit olunan ihtilaf konusu taşınmazın değeriyle orantılı olarak ek ödeme yapmalarını istemiştir. Başvuranlar 12 Şubat 1999 tarihinde, mahkeme masrafları için 49.056.000 eski Türk lirası tutarında ek ödeme yapmışlardır. Mahkeme, tanık ifadelerini dinlediği ve taraflarca sunulan delilleri topladığı yaklaşık otuz duruşma düzenlemiştir.

Mahkeme 28 Mayıs 2003 tarihinde başvuranların talebini reddetmiştir. Mahkeme, bu talebi reddederken dosya içeriğini ve tanık ifadelerini dikkate almış ve başvuranların, miras bırakanın (de cujus), kendilerini mirastan saf dışı bırakmak amacıyla muvazaalı bağış gerçekleştirdiğini kanıtlayamadıklarına karar vermiştir.

Başvuranlar 1 Eylül 2003 tarihinde duruşma düzenlenmesini isteyerek temyiz başvurusunda bulunmuşlardır. Yargıtay 29 Nisan 2004 tarihinde temyiz edilen kararı onamıştır. Yargıtay ayrıca, ihtilaflı taşınmazların değerinin konuyla ilgili yasanın gerektirdiği asgari eşiğe ulaşmadığı gerekçesiyle başvuranların açık duruşma yapılmasına dair talebini reddetmiştir.

Başvuranlar 21 Haziran 2004 tarihinde karar düzeltme isteminde bulunmuşlardır. Yargıtay 1 Kasım 2004 tarihli kararı ile ihtilaflı taşınmazların değerinin yasada gerekli kılınan sınırın altında kaldığı gerekçesiyle söz konusu talebi reddetmiştir. Bu sınır, bahse konu davanın yapıldığı tarihte 150.000.000 eski Türk lirasıdır.

II. İlgili İç Hukuk

7 Ekim 2004 tarihli ve 25606 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesine göre (bu madde 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yürürlükten kaldırılmıştır), 20 Haziran 1996 tarihinde değeri 150.000.000 eski Türk lirasından daha az olan ihtilaf konusu davalara ilişkin Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi mümkün değildir. 20 Haziran 1996 tarih ve 4146 sayılı Kanun ile bu konuda uygulanan ihtilaf konusu değer, 1 Ocak 1998 tarihinden itibaren 300.000.000 eski Türk lirasına, 1 Ocak 2000 tarihinden itibaren ise 600.000.000 eski Türk lirasına yükseltilmiştir. Olayların meydana geldiği dönemdeki uygulamasına göre 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 435. maddesinde, miktar veya değeri 10.000.000.000 eski Türk lirasını aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri talep etmiş ise Yargıtay’ın temyiz sürecinde duruşma düzenleyebileceği öngörülmektedir.

III. Hukuki Değerlendirme

Başvuranlar öncelikle karar düzeltme taleplerinin Yargıtay tarafından reddedilmesi nedeniyle şikâyette bulunmuşlardır. Başvuranlara göre, ihtilaf konusu taşınmazların değerinin, karar düzeltme isteminde bulunmak için yasada gerekli kılınan sınırdan daha az olduğuna karar veren Yüksek Mahkeme, değerlendirme hatasında bulunmuştur. Başvuranlar bu bağlamda, taşınmazın değerinin, Asliye Hukuk Mahkemesi önündeki yargılamada bilirkişi raporunda belirlendiğini şekliyle karar düzeltme isteminde bulunmak için gerekli kılınan yasal sınırdan daha fazla olduğunu iddia etmişlerdir.

Başvuranlar, davalarının makul süre içerisinde görülmediğinden, yargılama süresinin çok uzun olmasından şikayetçi olmuşlardır. Bununla birlikte Yargıtay tarafından ihtilaf konusu taşınmazlarının değerinin hatalı değerlendirilmesinden dolayı duruşma düzenlenmesine ilişkin taleplerinin reddedildiğini iddia etmişlerdir. Mahkeme söz konusu şikâyetleri, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası çerçevesindeki incelemeyi uygun görmüştür. Bu maddeye göre “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar (...) konusunda karar verecek olan, (...) bir mahkeme tarafından, makul bir süre içerisinde, hakkaniyete uygun ve kamuya açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir. (...)”