Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

“İnsan Hakları Üzerine Yedi Tez” Costas Douzinas’ın İnsan Haklarına Yönelik
Eleştirileri Üzerine Bir İnceleme

“Seven Theses on Human Rights” An Analysis on the Criticisms of Costas Douzinas Directed to Human Rights

Zeynep İSPİR

Eleştirel hukuk çalışmaları temelde modern-liberal hukuk kavrayışına bir tepkinin ifadesi olarak belirmiştir ve içerisinde farklı perspektifler barındırmaktadır. Bu hareketin günümüzdeki en önemli temsilcilerinden birisi olarak Costas Douzinas insan haklarına yönelik eleştirileriyle öne çıkmaktadır. Douzinas’ın eleştirel yaklaşımı, bugünün insan hakları rejiminin ele alınışı ile hukukun ve politikanın gündemindeki durumunun değerlendirilmesi bakımından önemli görünmektedir. “Çağımızın ideolojisi” olduğunu belirttiği insan haklarına yönelik eleştirilerini ortaya koyarken Douzinas’ın vurguladığı belirli birtakım hususlar vardır. İnsan ve insanlık kavramları, gücün sebep olduğu yapısal dışlama sorunu, kapitalizm-emperyalizm ilişkisi, evrenselci ve komüniteryan yaklaşımlar ile gerekleri, depolitizasyon olgusu, bireysel arzu kavramının insan hakları tartışmaları bakımından önemi, kozmopolitanizm kavramı ve bugünkü görünümü bu çerçevede insan haklarına yönelik ana itiraz başlıklarını oluşturmaktadır. Bu çalışmada, Douzinas’ın perspektifinin insan hakları açısından “neye, neden ve nasıl” eleştiri getirdiği soruları çerçevesinde, söz konusu eleştirinin insan haklarını hayata geçirme çabalarına bir katkı sunup sunamayacağı tartışma konusu yapılacaktır.

Eleştirel Hukuk Çalışmaları, İnsan Hakları, Küreselleşme, Costas Douzinas.

Critical legal studies have basically emerged as an expression of reaction against the modern-liberal legal thought and accommodate different perspectives in. Costas Douzinas as one of the most important contemporary representatives of this movement comes forward with his criticisms on human rights. The critical approach of Douzinas is significant with regard to today’s human rights regime and for the evaluation of the situation of the concept of human rights in the agenda of law and politics. While putting forward his criticisms on human rights which is referred by him as the “ideology of our age”, he highlighted some specific points. Within this context, the concepts of human and humanity, structural exclusion problem caused by power, the relation between capitalism and imperialism, universalist and communitarian approaches and their requirements, the fact of depoliticization, the importance of individual desire in the context of human rights debates, the concept of cosmopolitanism and its representation today constitute the headlines of his main objections to human rights. Within the framework drawn from the questions of ‘on what points, why and how’ Douzinas’ perspective criticizes the human rights, this paper will argue whether this criticism contributes to the realization of human rights or not.

Critical Legal Studies, Human Rights, Globalisation, Costas Douzinas.

I. Giriş

Günümüzde insan hakları, hukukun kendisini bir parçası yapmaya gayret ettiği bir biçimde var olmaktadır, hatta hukukun kendisinden türetilebilmesinin yolları üzerine düşünülmektedir. Bununla birlikte, gerek kavramın kendisine gerek uygulanmasından doğan sonuçlara yönelen eleştiriler de bulunmaktadır. İnsan haklarına yönelen eleştirilerin bir kısmı -herhangi bir kavramın temellendirilmesi için olduğu gibi- insan hakları kavramının “temellendirilmesi faaliyeti”nin kendisine yöneltilmiştir.1 Doğrudan temellendirme faaliyetinin kendisine yöneltilmekten çok -bazen de bunu da içererek ve buna ek olarak bir de- insan haklarının dile getirilişine ve bugünkü ele alınış, uygulanış biçimine yönelik eleştiriler de dikkati çeker. Kavramın, “Batılı”, “bencil ve bireyci” olduğunu iddia eden; “tek sesli ve ayrımcılığı doğuran/destekleyen/devam ettiren” uygulamalarına vurgu yapan; “anti sosyal” bir nitelik taşıdığını savunan; “sadece serbest pazar ilkesinin geçerli olduğu toplumlar için” söz konusu olduğu ve “belirli bir siyasal/toplumsal yapının oluşturulup yeniden üretilmesi sonucunu doğurduğu” yönünde tespitler ortaya koyan görüşler, söz konusu eleştirilere örnek gösterilebilirler.2 Aşağıda değinilecek olan eleştirel hukuk çalışmalarının insan haklarına yönelttiği eleştiriler, daha çok bu ikinci gruptan yükselen seslerin itirazlarıyla ortaklaşır görünmektedir.

1977 yılında Amerika’da Wisconsin Üniversitesi’nde düzenlenen bir konferansla temelleri atılan3 eleştirel hukuk çalışmaları hareketi bir örnek bir temsil sunmasa da çalışmaların ortaklaştığı nokta olarak modern liberal hukuk kavrayışına bir tepki duyulmasından söz edilebilir.4 Hareket içerisinde iki ana eğilimden söz edilmektedir. Birincisi, çağdaş hukuk doktrininin belirli bir toplumun politik vizyonu olduğu değerlendirmesiyle birlikte, söz konusu doktrine yaslanan gerekçelerin çelişkili ve manipüle edici olduğunu iddia eder.5 İkinci eğilimde ise Marx’ın ve Weber’in sosyal teorilerinden hareket edilir, hukuk ve hukuk doktrininin kapitalizm gibi bir sosyal örgütlenme tipinde yer alan sosyal bölümleri, hiyerarşileri yansıtıp bunları onayladığı ve yeniden biçimlendirdiği ileri sürülür.6 Bu akımın -özellikle ilk ortaya konduğu dönemdeki görünümünde- hukuk politikaya eş görülmüş, ideolojik mücadelelerden bağımsız olarak kavranamayacak bir kurum olarak ele alınmıştır.7 Bununla bağlantılı olacak biçimde liberal hukuk modelinin çeşitli kurumları ve kavramları (mülkiyet, sözleşme, haklar gibi) kullanarak kapitalizmin yerleşmesine ve devamına hizmet ettiği ileri sürülmüştür.8 Hukuku politik bir kurum olarak ele alan eleştirel hukuk hareketi, hukukun oluşturulması, uygulanması, yorumlanması süreçlerinin de politik söylemle biçimlendirildiği, bu söylemin ve temsilcilerinin güçlenmesine hizmet eden bu süreçlerde rol üstlenen aktörlerin, özerk bir iradeyle eylemlerde bulunmadığı iddiasını ortaya koyar.9

Eleştirel hukuk çalışmaları içerisinde tek bir yöntemsel girişim belirleyici olmasa da, hukuksal formalizmi ve objektivizmi eleştirip mevcut hukuk normlarının ve kategorilerinin incelenmesi bakımından yapısalcı ve yapısökümcü analizlerin eleştirel hareket içinde önemli yer teşkil ettiği söylenebilecektir.10 Bununla birlikte bu yöntemlerden önce belirtilmesi gereken, yaklaşım içerisindeki ortak metodun “her zaman ve her durumda halihazırdaki hukuk düzeni ile hukuk normlarının eleştirisi ve yeniden anlamlandırılması”11 olduğudur.

Günümüz eleştirel hukuk teorisi çalışmaları içerisinde insan hakları eleştirisi bakımından kendisinden en çok sözü edilen isimlerin başında Costas Douzinas gelmektedir. Douzinas’ın, eleştirel hukuk hareketinin İngiltere’deki görünümünü, amacını ve yöntemlerini, Amerika’daki örneğinden farklı şekilde konumlandırdığını söylemek mümkündür. Douzinas, ağırlıklı olarak hukuki argümantasyon ve muhakeme sürecinin teorisine yoğunlaşan bir faaliyete yöneldiklerini ileri sürdüğü12 Amerikan Eleştirel Hukuk Çalışmaları hareketini “pek az politik bir hareket”13 olarak görmektedir. Ona göre, yıllık olarak yapılan İngiliz Eleştirel Hukuk Konferansı ise siyasetle daha iç içe bir entelektüel faaliyettir.14 Hareketin İngiltere’deki seyri bakımından fikir veren bu konferansların, ilk yıllarındaki asıl temaların Batı Marksizmi, postmodernizm, dekonstrüksiyon (yapıbozum/yapısöküm) konularına yoğunlaştığını belirten teorisyen, sonrasında ise toplumsal cinsiyet, queer ve post-kolonyal teorilerin yine söz konusu konferanslar aracılığıyla hukuk alanındaki akademik tartışmaların gündemine taşındığını belirtmiştir.15 Bugün, hukuk eğitimi içerisindeki uzmanlık alanları bakımından görülen genişlemede eleştirel hukuk teorisinin de payı olduğu ileri sürülmektedir.16

Douzinas’ın insan hakları eleştirisinin temel motiflerine işaret etmekle sınırlandırılan bu çalışmanın hareket noktası, insan hakları kavramının bilgisel temellerini ortaya koymada, kavrama ve uygulanmasına ilişkin çeşitli türden eleştiriler getiren görüşlerden de faydalanabilme düşüncesidir. Bu konudaki bilgisel temellendirmeye katkı sunabilecek herhangi bir eleştiriden kazanım elde edebilmek için, öncelikle eleştirinin nesnesinin tespiti, bu nesneye dönük karşı çıkışların kaynağının ne olduğu sorularına verilen yanıtların ele alınması ve söz konusu karşı çıkışın gerekçesinin tespit edilmesi gerekli görünmektedir. Bu bakımdan Douzinas’ın insan haklarına yönelttiği eleştirileri incelerken de kavram açısından karşı geldiğinin ne olduğu, niçin böylesi bir karşı çıkışı ortaya koyduğu, eleştirilerini hangi yollarla yaptığı, varsa önerdiği alternatifin ne olduğu soruları bu alana ilişkin yapılacak değerlendirmelerin, yanıtlarını öncelikli olarak aradığı sorular demetinin parçaları olarak görülmektedir.

Yukarıda da belirtildiği üzere, bu çalışmada, eleştirel hareketin bir temsilcisi olarak Douzinas’ın insan hakları üzerine ortaya koyduğu düşünceler içerisindeki temel itirazlara yer vermek amaçlanmaktadır. Bu nedenle, öncelikle söz konusu eleştirilerin kısaca serimlenmesine ve ardından da bu itirazların insan hakları alanındaki çalışmalar içerisindeki yerinin değerlendirilmesine çalışılacaktır.

II. İnsan Hakları Üzerine Yedi Tez

Douzinas, aşağıda yer verileceği üzere, içerisinde eleştirel hukuk teorisiyle ilgili yazıların ağırlıklı olduğu bir platformda, “İnsan Hakları Üzerine Yedi Tez” üst başlığıyla, insan hakları üzerine eleştirel görüşlerini sıraladığı bir yazı dizisi sunmuştur. Diğer çalışmalarında “insan hakları”na yönelttiği eleştirilerin pek çok esaslı unsuruna değindiği bu yazıların her birinin, yazar tarafından belirlenen bir temel soruna işaret ettiği görülmektedir. Bu bölümde, Douzinas’ın insan hakları üzerine olan diğer çalışmalarına da başvurarak söz konusu yedi tez ile neleri dile getirdiğine değinilecektir:

“İnsanlık Fikri” başlıklı birinci tezde, “insanlık (humanity)”ın belirlenmiş bir anlamı olmadığı, ahlâki ve hukuki kurallar için bir kaynak olarak iş göremeyeceği; tarihsel olarak bakıldığında, bu fikrin insanları tam insan, daha az insan, insan olmayan şeklinde bir sınıflama konusu haline getirmek üzere kullanıldığı ileri sürülmüştür.17 Bu tezin çıkış noktasını, “insanın tanımının hakların özünü ve alanını belirlediği”18 saptamasının oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Öncelikle ve ağırlıklı olarak tarihsel bir perspektifin sunulduğu bu tezde, modernite öncesi toplumların insan türüne ait gelişkin bir fikir ortaya koymadığı saptamasına yer verilmiştir.19 Buna göre, bu dönemde, özgür insanlar insanlığın birer üyesi değil de Atinalı, Spartalı, Romalı veya Kartacalıdırlar; insan olarak değil, Yunan ya da barbar olarak ifade edilmektedirler.20 Buradan klasik felsefenin insan doğasına yer verişine ilerleyen Douzinas, sosyal hiyerarşideki konumları ve rolleri ile belirlenen bir insan kavrayışına dikkati çeker. “Humanitas” sözcüğünün ilk kez Roma Cumhuriyeti’nde kullanıldığını ifade eden teorisyen, Romalıların bu kavramı Stoisizmden miras alarak ve Yunan kültürünü, felsefesini bilen, eğitimli ve jus civile’ye tabi olan Romalılar (homo humanus) ile İmparatorluğun eğitimsiz, Romalı olmayan diğer sakinlerinden oluşan çoğunluğunu (homines barbari) ayırt etmek için kullandıklarını dile getirir.21 Benzer bir ayrımın, “humanitas”ın siyaset ve hukuk sahasındaki kullanımı için de geçerli olduğunu iddia eden birinci teze göre, insanlık (humanity) kavramı, sürekli olarak, insanları hükümdar (ruler), hükmedilen (ruled) ve dışlanan (excluded) olarak ayırıp tasnif etmek üzere kullanılmaktadır.22 Douzinas, politik ayırma stratejisi olarak tarif ettiği durumun tarih sahnesindeki yeri ile Hıristiyan teolojisindeki evrenselci “humanitas” kavramının dile getirildiği zamanlar bakımından bir eşzamanlılık görmektedir.23 Klasik Hümanizme gelindiğinde, bu kez insanı belirleyen bir kavram olarak “aklın” karşımıza çıktığının vurgulandığı bu analiz içinde, Hıristiyan metafiziğinde bedenin taşıdığı, bedene hapsolan ölümsüz ruhun insanlığın işareti olarak görülmesi de bir başka kesiti göstermek üzere ortaya konmuştur. Bu iki belirlemede bulunduktan sonra Douzinas, yeni evrensel eşitlik düşüncesinin klasik ve Hıristiyan metafiziğinin bir bileşimi olduğunu ileri sürmüştür.24

İnsanlık kavramının kullanılma ve tarih sahnesindeki görünüm biçimlerinin değerlendirildiği bu ilk teze ilişkin açıklamaların devamında, mutlak hükümdarlar olarak “Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri ve havarileri” sayılan “Papa, İmparator, Prens ve Kral”dan söz edilir.25 Radikal bir bölünmenin ve dışlamanın Kilisenin ve İmparatorluğun ekümenik misyonları ile Hıristiyanlık dinini yayma çabalarına da zemin teşkil ettiği vurgulanan bu tarihsel kesitten söz edilmesine neden olan, klasik ayrımlaştırmada insan ve barbar olanın yerini inananların ve inanmayanların alacağı bir insanlık fikrinin gündeme gelmesine vurgu yapmaktır. İnanmayanlar, artık barbarlar gibi sınırların dışında olmadıklarından ya “uygun şekilde düzeltilecek, ya da -spritüel ya da seküler kurtuluşu inatla reddederlerse- yok edilecek iç düşmanlar olacaklardır.26

“Yeni Dünya’nın fethinin ertesinde insanlığın anlamı tartışmaları en önemli kamusal tartışmalar haline gelmiştir”27 denilen birinci itiraz içerisinde, bu kez “Kızılderililer”e bakış üzerinden “medenileştirme ve dini yayma” sebep gösterilerek köleleştirmenin meşrulaştırılması tartışmaları ile yerlileri “farkında olmadıkları için, habersizliklerinden dolayı, Hıristiyan olmamış” gören ve bu bakımdan dine döndürülmeyi bekleyenler olarak muamele eden görüşlerin örneklerini sunmaktadır.28

Birbiriyle çatışan “insanlık” kavramı yorumları aracılığıyla bu tez içerisinde, Batı imparatorlukları, emperyalizmin ve kolonyalizmin baskın ideolojilerinin amaçlarını gösterme iddiası serimlenmiş olmaktadır. Douzinas, bu bağlamda, bir uca ırksal olarak öteki olanı insan olarak görmemeyi koyar ki bu yaklaşım, kölelik, zalimlik ve hatta yok etmeyi medenileştirme misyonunun stratejileri olarak kullanabilecektir. Diğer uçta ise spritüel ve maddi kalkınma stratejileri olarak fetih, işgal ve din değiştirme gibi araçlarla “insanlığa” entegre edilmesi planlanan “masum, naif ve gelişmemiş diğerleri” yaklaşımı bulunacaktır.29 Ötekiliğe dair bu iki tanımın ve stratejinin Batı öznelliğinin destekçiliği işlevini gördüğünün ileri sürüldüğü tezde, kurban olarak görülen, “savunmasız, edilgen ve gelişmemiş bir öteki” kabulünün ardından, onun yetiştirilip gelişmesine ve kendisine benzemesine yardım edecek bir Batı tarafından kurtarılması kabulünün geldiği dile getirilmiştir.30

Başta da belirtildiği üzere, bu tez açısından Douzinas’ın iddiası şudur: “İnsanlık’ belirlenmiş bir anlama sahip olmadığından normların kaynağı olarak iş göremez. Anlamı ve kapsamı siyasi ve ideolojik önceliklere göre değişmeye devam etmektedir.”31 Yazarın “çağın metafiziğinin bir manifestosu” olarak gördüğü insanlık kavramından anlaşılanlarda gördüğü bu sürekli değişime karşı önerdiği alternatif ise, insanın (human) yerini anthropos’un almasıdır. Bugüne kadarki baskın kimliklerin öne çıkardığı aynılığın ve eşitliğin karşılığı olarak gördüğü insan yerine, tekilleri, benzersizlikleri ve farklılıkları öne çıkaracağını belirttiği anthropic kavramına başvurmaktadır.32