Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Osmanlı Muhakeme Hukuku’nda Şuhûdü’l Hâl

Şuhudü’l Hal in Ottoman Judicial Law

Gürcan KAYAR,Yılmaz YURTSEVEN

Osmanlı yargı sistemi içinde kurumsal bir yapı olarak Şuhûdü’l Hâl, uygulandığı çağlarda son derece önemli fonksiyonları yerine getirmiş olup aleni yargılanma hakkının bir hak olarak düzenlenmediği dönemlerde bu hakkın uygulamasını sağlamıştır. Ayrıca yargı üzerinde bir çeşit sosyolojik denetim mekanizması oluşturduğu da söylenebilir. Daha da önemli olan konu, özellikle Batı hukuk sistemlerinde neredeyse XIX. yüzyılın ürünü olan aleni yargılama, mahkemenin denetimi ve tarafsızlığı gibi kavramlar, eski hukukumuzda son derece başarılı bir biçimde uygulama alanı bulmuş ve bu yönüyle Osmanlı hukuk sistemini çağını aşan bir konuma getirmiştir. Kurumun işlevi aleni yargılama yapılmasının ötesine de geçmiştir. Zira kurul üyeleri yargılama makamına danışmanlık yapabildiği gibi sicile kaydedilen taşınmaz satışı gibi işlemlerde de işleme şahit olma görevini ifa etmişlerdir. Çağlar içerisinde oldukça önemli görev ifa eden kurum günümüzde uygulama alanı bulmamaktadır. Modern hukuk sistemimizde Şuhûdü’l Hâl’in ifa ettiği fonksiyonlar birden fazla kurum tarafından yazılı hukuk kuralları çerçevesinde yerine getirilmekte olduğundan bu kuruma ihtiyaç kalmamıştır.

Osmanlı Hukuku, Şuhûdü’l Hâl, Osmanlı Yargı Sistemi, Yargının Denetimi, Aleniyet.

Şuhûdü’l Hâl, an institutional structure within the Ottoman judicial system, was of importance at the times it had been applied and it had served when the right to public trial was not in question yet. It can also be argued that Şuhûdü’l Hâl was a sort of sociological monitoring mechanism over the judiciary. More importantly, the concepts such as public trial, control and impartiality of court which were nearly products of the nineteenth century in Western legal systems found their places in our old law and made the Ottoman judicial system become ahead of its time. The function of the institution had gone beyond the right to public trial as well. The members of the institution were able to provide consultancy for the Judiciary while they were also performing the task of witnessing transactions in transactions such as immovable sales recorded in the register. The institution performing crucial tasks for ages does not have any application area today. Due to the fact that more than one institution have been serving at the present time on behalf of Şuhûdü’l Hâl, there is no need for such a regime no longer.

Ottoman Law, Suhudü’l Hal, Ottoman Judicial System, Supervision of Judgment, Publicity.

GİRİŞ

Günümüzde hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez unsurlarından olan yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü gibi temel prensiplerle doğrudan bağlantılı olan iki önemli nokta “yargının denetlenmesi” ve “aleniyeti”dir. Yargının denetlenmesi ve aleniyeti, hukuk devleti kavramının yerleşmeye başladığı 19. Yüzyılın başlarından bu yana özellikle Batı dünyasında tartışılagelmiş önemli bir konudur. Tarih boyunca toplumların adeta “kimsesizlerin kimsesi” olarak gördüğü yargı, adalet duygusunun en önemli süjesi olarak değerlendirilmiştir. Kuşkusuz yargı organları adaletin tecellisinde en büyük role sahiptir. Ancak yargı da hata ve keyfilikten vareste bir kurum değildir. İnsanın olduğu her alanda elbette hata, ihmal ve keyfiliğin de olabileceği tartışmasız bir gerçektir.

Günümüzde yargı organlarının denetlenmesi meselesi, anayasal devlet sistemlerinin öngördüğü kontrol mekanizmalarıyla mümkün olabilmektedir. Elbette bu durum kendisini hukuk devleti olarak gören anayasal rejimlerde apaçık gözlenebilir. Kuvvetler ayrılığı sisteminin uygulanmadığı rejimlerde yargı ne kadar güçlü ve bağımsız olursa olsun, olumsuzlukların önlenmesi her zaman mümkün olmayabilir. Bu nedenle kuvvetler ayrılığı ilkesi, yargının denetlenmesi bağlamında çok önemli bir ilke haline gelmektedir. Teorik olarak hukuk devleti ilkesinin geçerli olduğu rejimlerde yargının denetimi, şeklen dahi olsa anayasal bir zemine oturtulmaya çalışılır. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 159/9 madde hükmü “Hakim ve Savcılar Kurulu”nun denetim yetkisini düzenlemektedir1 . Ayrıca yine Anayasamızın 141/1. Maddesinde “mahkemelerde duruşmaların herkese açık” olduğu hükme bağlanmıştır. Aleniyetin anayasal bir kural olduğunu belirten 141/1 hukuki güvenliğin bir garantisi olarak da görülebilir.

Elbette bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzeni çerçevesinde mahkemenin aleniyeti sağlanmış ve bu yolla aynı zamanda ilave bir denetim mekanizması da oluşturulmuştur.

Osmanlı adalet sistemi içerisinde yer alan ve üzerinde fazlaca araştırma yapılmamış bir kurum olan Şuhûdü’l Hâl ait olduğu dönem içerisinde oldukça önemli derecede görevler ifa eden bir kurumdur. Osmanlı uygulamasından önce İslam hukukunda da uygulaması görülen bu kurumun en önemli işlevi kuşkusuz yargılamanın aleniliğini garanti altına almasıdır. Zira kural olarak davanın tarafları ile ilgisi bulunmayan kişiler yapılan yargılamayı izlemekte ve bu kişilerin adları mahkeme sicillerine işlenmekteydi. Ayrıca Şuhûdü’l Hâl mahkeme üzerinde bir çeşit denetim mekanizması olarak da görev yapmıştır.

Bu çalışmamızda birçok ulusalüstü insan hakları belgesi ile güvence altına alınmış olan aleni yargılama ilkesini tarih içerisinde dikkat çekici biçimde güvence altına almış bir kurum olan Şuhûdü’l Hâl Osmanlı Hukuku ekseninde incelenmiştir. Hukuki bakış açısıyla yapılan değerlendirmelerin ardından, Şuhûdü’l Hâl benzer kurumlarla kıyaslanmış ve bu kurumlardan farkları açık bir şekilde ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede Şuhûdü’l Hâl’in hukuki mahiyeti konusunda bir fikir oluşturulmaya gayret edilmiştir.

1. OSMANLI HUKUKU’NDA ŞUHÛDÜ’L HÂL KAVRAMI

Osmanlı hukuk sistemi, İslam hukuku temeline oturan, Şer’î ve örfî olmak üzere ikili bir yapı şeklinde gelişmiş ve hatta İslam hukukunun en gelişmiş uygulaması olarak nitelendirebileceğimiz bir hukuk sistemidir. Yargı sisteminin temelini yine İslam hukukunun ön gördüğü bir mahkeme olan Şer’iyye mahkemeleri oluşturmaktadır. “Meclis-i Şeriye” olarak da adlandırılan söz konusu mahkeme, Tanzimat Dönemi’ne kadar hemen hemen her türlü hukuki uyuşmazlıkları karara bağlayan bir merci olarak faaliyet göstermiştir2 . Mahkemede yargılama görevini yürüten yargıç sıfatına sahip olan kadılar padişah dâhil olmak üzere hiç kimseden emir ve talimat almazlar. Yargılama görevlerini bağımsız bir şekilde yerine getirirler ve Divan-ı Hümayun tarafından denetlenirler3 . Bu denetim bugünkü anlamına yakın bir temyiz incelemesi görüntüsü sergilemektedir. Zira Divan, hem bir ilk derece mahkemesi gibi hem de bir yüksek mahkeme, temyiz mercii gibi görev yapmıştır. Fonksiyonel olarak Divan-ı Hümâyûn’a başvuru yolu her zaman açık olmuştur. Şer’iyye mahkemesi kararında açık bir hukuksuzluk ya da adaletsizlik yapıldığı gibi esasa, tanıkların yanlış ifade verdiği, karar verilirken yanlış bir kurala dayanıldığı gibi usule ilişkin durumlarda ilgililer pozitif hukuk sistemimizin öngördüğü kanun yollarına benzer biçimde Divân-ı Hümâyûn’a başvuru yoluyla hak arama imkanına kavuşmuşlardır4 . Osmanlı yargı sisteminin temeli olan şeriye mahkemesi ile padişahın divanı arasındaki bu ilişki, Abbâsî devletinde görülen ve onlardan da Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletlerine intikal eden “Divân-ı Mezâlim” örneğinde görülmektedir. Söz konusu Dîvân da özellikle yönetici sınıfın zulmüne uğradığını iddia eden tebaanın davalarına ilk derece mahkemesi gibi bakıp kesin hüküm verebilen bir fonksiyona sahiptir. Tıpkı Dîvân-ı Hümâyûn’da olduğu gibi bu Dîvân’a da reayadan din, dil, ırk ayrımı gözetilmeksizin herkes doğrudan başvuru hakkına sahip olmuştur. Hatta kimi zaman Dîvân-ı Mezâlim, ilk derece mahkemesi olarak değerlendirdiğimiz kadı’nın verdiği kararları denetleyen bir yüksek mahkeme görüntüsü çizmiştir5 . Çağdaşlarını dikkate aldığımızda, Batılı veyahut bilinen başka hukuk sistemlerinde gerek Dîvân-ı Mezalim’e, gerekse Dîvân-ı Hümâyûn’a fonksiyonel olarak benzeyen herhangi bir uygulama göze çarpmamaktadır. Hatta Dîvân-ı Hümâyûn benzeri bir yapı Osmanlı Devleti’nin çağdaşı diğer İslam devletlerinde de görülmemiştir.

Osmanlı kadısı yalnızca yargılama fonksiyonunu ifa eden bir kamu görevlisi olmamıştır. Yargı görevlerinin dışında pek çok idari görevlerle de donatılmış bulunmaları, onlara görevlerinde yardımcı olacak başka görevlilerin de ihdasını zorunlu kılmıştır. Kadıların görevlerini yerine getirmeleri esnasında onlara yardımcı olan kişilerin başında naibler gelmektedir. Naibler kadı adına uzak yerlere giderek gerekli tahkikatları yaparlardı ve kadının çeşitli sebeplerle iş görememesi durumunda onu temsil ederek onun adına karar verirlerdi6 . Kadıların görev yaptıkları kazanın büyük veya küçüklüğüne göre o mahkemede görev yapan naiblerin sayısında da değişiklik olurdu7 . Naiblerin yanı sıra yargılama faaliyeti sırasında kadıya kâtip, mübaşir, tercüman gibi görevliler de yardım ederdi8 . Tüm bu görevliler Osmanlı Şer’iyye mahkemesinin son derce kurumsal bir yapı oluşturduğuna işaret etmektedir.

Çalışmamızın konusu esasen kadıya yardımcı olan organlardan Şuhûdü’l Hâl olduğundan kadıya yardımcı olan diğer görevlilere ilişkin bu kadar bilgi vermekle yetinilecektir.

Şuhûdü’l Hâl denilen kişiler ya da kurul Osmanlı adalet sistemi içerisinde ilginç bir yapıdır. Söz konusu kurul günümüzde özellikle Anglo-Amerikan hukuk sistemlerinde mevcut olan mahkeme jurisini bazı yönleriyle akla getirmektedir9 . Şer’iyye mahkemeleri sicillerinde kararların altında bazı kimselerin isimleri yer almakta olup bu kişiler Şuhûdü’l Hâl olarak adlandırılmaktadır. Ancak burada önemli bir noktayı ayırt etmek gerekir. Osmanlı Devleti’nden önceki diğer islam devletlerinde de görülen bu uygulamadaki şahitler, taraflar arasındaki ihtilaf konusunun şahitleri değil, Şer’iyye mahkemesi tarafından yapılan yargılamanın gözlemcileridir10 . Başka bir deyişle bu kişiler yapılan yargılama faaliyetine tanıklık etmektedir. Kimi yazarlara göre ise heyet üyeleri danışma sürecinde hukuki uyuşmazlıklara müdahil olmaktaydı ve bunun sonucu olarak daha önce mahkemeye getirilen konular hakkında görüşlerini bildirirlerdi11 . Dolayısıyla heyet üyelerinin yargılamaya tanık olmanın ötesinde etkileri de mevcuttu. Kadı yargılama sırasında gerek duyması durumunda heyet üyelerinin birikimlerinden yararlanabilmekteydi12 . Her ne kadar İslam-Osmanlı hukukçuları arasında bu konudaki görüşler kesin ve net olmasa da Şuhûdü’l Hâl’in bir bakıma yargılama faaliyetini etkilemekten öte, bu faaliyete olumlu katkılarda bulunabilecek bir deneyimli kişiler topluluğu olduğu söylenebilir.

Bir başka düşünceye göre Şuhûdü’l Hâl üyeleri, yargısal faaliyeti tekel altına almış, toplumun sosyal vicdanına nazaran kendi çıkarları için mahkeme sistemini yönlendiren küçük, kapalı ve varlıklı bir gruptur13 . Ancak bu bulguların diğer araştırmacıların bulguları ile uyumlu olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim Jennings, Şuhûdü’l Hâl üyelerinin hiçbirinin bir sınıfa mensup olarak tanımlanmadığı gibi üyeliğin genel olarak bütün Müslümanlara açık olduğunu ileri sürmektedir14 . Ancak bizim de katıldığımız bir başka görüşe göre söz konusu üyeler genellikle kaza bölgesinin ileri gelen kişileri arasından seçilmekle birlikte bu kişiler çoğunlukla eski kadılar ve hatta kazaskerlerden oluşmuştur15 . Bu durum, kuşkusuz Osmanlı yargı sisteminin söz konusu kurula ne kadar önem verdiğinin bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir.

Şuhûdü’l Hâl’e ilişkin olarak Kastamonu ve Çankırı şer’iyye sicillerinde yapılan incelemelerde çarpıcı tespitlere ulaşılmıştır. Bu bölgelerdeki araştırmalar göstermektedir ki; sadece kendileri o yeterliliğe sahip olmamasına rağmen sınırları belirli olan bir grup insan düzenli olarak hem Kastamonu hem Çankırı Şer’iyye mahkemelerine Şuhûdü’l Hâl üyesi olarak katılmıştır. Mahkeme kayıtlarına göre bu insanların çoğu bölgenin ileri gelenlerinden olup, askeri ve dini ünvanlar taşımaktadır. Dahası bunların yargısal faaliyete katılmasında zamansal bir devamlılık göze çarpmaktadır. Şöyle ki; 1735 -1743 yılları arasında Kastamonu Şer’iyye mahkemesine Şuhûdü’l Hâl olarak katılan kişilerin babalarının, amcalarının ve diğer erkek akrabalarının da 1690’larda bu görevleri ifa ettikleri gözlenmiştir16 .

Şuhûdü’l Hâl’in kaç kişiden oluştuğu hususunda kesin bir bilgi vermek mümkün değildir. Zira yapılan incelemelerde davanın veya karar alınan hukuki işlemin türüne göre Şuhûdü’l Hâl’in üye sayısının değiştiği tespit edilmiştir17 . Şuhûdü’l Hâl’in üye sayısı aynı dava veya hukuki işlem türleri açısından da sabit değildir. Başka bir ifadeyle iki kişi arasındaki bir ev satışı işleminde üç kişi Şuhûdü’l Hâl olarak bulunmuşken başka iki kişi arasındaki ev satış işleminde ise beş kişi Şuhûdü’l Hâl olarak bulundurulmuş olabilmektedir. Bu sebeple Şuhûdü’l Hâl’in üye sayısının neye göre değiştiği ve bu değişimin bir standardının olup olmadığı hususunda net bir bilgi bulunmamaktadır. Önemli davalarda sayılarının daha çok olduğu dikkat çekmektedir18 . Bununla birlikte doktrinde Şuhûdü’l Hâl üye sayısının en az iki olması gerektiği ileri sürülmektedir19 .

Şuhûdü’l Hâlin kimlerden oluştuğu, başka bir ifadeyle kimlerin yapılan yargılamaya veya hukuki işlemlere Şuhûdü’l Hâl üyesi olarak kabul edileceği hususunda kesin kurallar yoktur. Nitekim yapılan incelemelerde müftüler, esnaf şeyhleri, müderissler, ayan ve tahsildarlar, mimarbaşları gibi birçok kimsenin Şuhûdü’l Hâl üyeliği yaptığı tespit edilmiştir20 . İslam hukukunun doğasına uygun biçimde, bu kimselerin yanında sıradan ahaliden kimselerin de Şuhûdü’l Hâl üyesi olarak kabulüne bir engel bulunmamaktadır.

Kanaatimizce Şuhûdü’l Hâl kavramını dar anlamda ve geniş anlamda olmak üzere ikiye ayırmak konunun anlaşılması açısından daha uygun olacaktır.

Dar anlamda Şuhûdü’l Hâl’den kastedilen şer’iyye sicillerinde yer alan kararlarda Şuhûdü’l Hâl üyesi olarak ismi bulunan kimselerdir. Bu kimseler yargılamanın veya hukuki işlemin taraflarınca getirilmiş olabileceği gibi yargılama makamı tarafından çağrılan kimseler de olabilir yahut kendisi ile ilgili yargılamayı bekleyen kişiler arasından da seçilebilirdi. Tarafların yanında hazır bulunan ve taraflarca Şuhûdü’l Hâl olarak görev yapması amacıyla mahkemeye getirilen kimselerin ilgili karara Şuhûdü’l Hâl olarak dahil edilmesinin uygulamada rastlanan bir durum olduğu anlaşılmaktadır. Zira yapılan incelemelerde kendisinin davasını bekleyen kişilerin bile Şuhûdü’l Hâl üyesi olarak kendisinden önceki davalara kabul edildiği tespit edilmiştir21 . Bu noktada; yargılamanın tarafları ile hiçbir bağlantısı olmayan bu kişilerin Şuhûdü’l Hâl üyesi olarak kabul edildiği durumda, yargılamanın taraflarınca bizzat yargılamaya şahitlik etmesi amacıyla getirilen kişilerin Şuhûdü’l Hâl olarak kabulü-Şuhûdü’l Hâl’in mantığına aykırı görünmektedir. Çünkü Şuhûdü’l Hâl’in varlığında amaç, bu sosyal ve “sessiz” denetim yoluyla mahkemenin tarafsızlığını sağlamaktır. Her ne kadar kimi davalarda tarafların beraberinde gelen kimselerin Şuhûdü’l Hâl olarak görev yaptıkları gözlense de kanaatimizce bu durum Şuhûdü’l Hâl uygulaması ile amaç bakımından çelişmektedir.

Bazı şer’iyye sicili kayıtlarında bir kısım kimselerin adları Şuhûdü’l Hâl olarak sayıldıktan sonra “gayruhüm” kaydı konulmaktaydı. Bu husus kararda imzası bulunanların dışında yargılamaya katılan başka Şuhûdü’l Hâl üyelerinin de varlığını göstermektedir22 . Bu kimseler yargılamanın taraflarınca Şuhûdü’l Hâl olması istenen kimseler ile o esnada yargılamayı izleyen makam ve mevki sahibi kişiler dışındaki diğer kişiler olabilir. Şuhûdü’l Hâl kavramını bu kişileri de içine alacak şekilde kullandığımızda geniş anlamda Şuhûdü’l Hâl kavramı ortaya çıkmaktadır.

Gayrimüslimlerin Şuhûdü’l Hâl üyesi olabilmelerine engel bir durum bulunmamaktadır. Zira Üsküdar 1 numaralı Şer’iyye sicilinde yapılan incelemede bazı işlemlerde gayrimüslimlerin Şuhûdü’l Hâl üyesi olarak görevlendirildiğini tespit edilmiştir23 . Ancak bu uyuşmazlıklarda yargılamanın tarafı olan kişiler de gayrimüslim kimselerdir. Osmanlı hukuk sisteminde gayrimüslimlerin şer’iyye mahkemelerine başvurma hakkı, bu mahkemede bir gayrimüslimi veya Müslümanı dava etme hakkı bulunmaktaydı24 . İslam-Osmanlı yargılama hukukuna göre gayrimüslimler (zimmîler)25 , ahvâl-i şahsiye olarak adlandırılan ve kapsamı aile ve miras hukuku ile sınırlı olan, kendi aralarındaki hukuki uyuşmazlıklarını kendi cemaat mahkemelerinde çözümleyebilecekleri gibi, doğrudan şeriye mahkemesine de başvurabilirlerdi. Ancak uyuşmazlığın taraflarından biri Müslüman ise dava kesin olarak şeriye mahkemesinde görülmek zorundadır. Ahvâl-i şahsiye dışındaki tüm davalarda yetkili mahkeme şeriye mahkemesidir.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında dava açmak hakkına sahip olan gayrimüslimlerin Şuhûdü’l Hâl üyesi olma hakkına da sahip olduğu söylenebilir. Mahkeme kayıtlarında bu durum daha çok gayrimüslimlerin kendi arasındaki davalarda görülmektedir. Ancak yine de bir gayrimüslimin Müslümanlar arasındaki bir dava veya hukuki işleme Şuhûdü’l Hâl üyesi olarak katılmasına bir engel bulunmamaktadır26 . Müslümanların gayrimüslimlerin davasında Şuhûdü’l Hâl üyesi olması açısından da hiçbir sınır yoktur27 . Kanaatimizce gayrimüslimler arasındaki uyuşmazlıklarda daha çok gayrimüslim kimselerin Şuhûdü’l Hâl üyesi olarak bulunması Şuhûdü’l Hâl üyelerinin kimliklerinin yargılamanın konusu ve tarafları ile doğrudan bağlantılı olduğunu göstermektedir.

Konunun daha iyi anlaşılması açısından Üsküdar Şer’iyye Mahkemesi’nin 1 numaralı sicilinin örnek kararının latin alfabesine çevrilmiş haline ve kararın bulunduğu orjinal defter sayfası görüntüsüne bu bölümde yer veriyoruz28 . Osmanlıca yazılan kararların alt kısmında çekilen çizginin hemen altında ismi bulunan kişiler ilgili karara katılan Şuhûdü’l Hâl üyeleridir.

Söz konusu kararın latin alfabesi ile çözümü şu şekildedir;

Sebeb-i tahrîr-i kitâb (...)

Dranos b. Kefale Yorgi’ye mezkûr Kefale Yorgi nefsine kefîl oldukd[an] (...) mezkûr[u] teftîş için kul irsâl olunan Hasan Çelebi’nin talebiyle deftere (...) olundu.

Tahrîren fî evâsıtı Recebi’l-mu‘azzam sene 923.

Şuhûd (...)

Ramazan b. Ahmed ve İlyas b. Abdullah ve Mahmud b. Ömer ve Kılağuz b. Aslıhan

Bu kararın orjinal görseline aşağıda yer verilmiştir;