Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Prof. Dr. Kemal H. Karpat (1923 - …)

Galip DOĞAN

Kemal Karpat adını ilk kez Varlık Yayınları’ndan çıkan ‘Türk Edebiyatında Sosyal Konular’ isimli birkaç formalık küçük kitapta görmüştüm. O yıllar iyi bir edebiyat öğrencisiydim. Kitabı çok naif bulmuştum. 45 yıl sonra kitabı bir daha okudum. Kitapla ilgili kanaatim hiç değişmedi. Belki biraz bu yüzden belki de yurtdışında bulunması nedeniyle kendimi pek yakın hissetmiyordum. TV kanallarına verdiği röportajlardaki düşüncelerini de –bazı tespitlerine katılmakla birlikte- benimsemiyordum. Mesela, Türkiye’de laiklik, devletin dine müdahalesi hususlarında çok farklı düşünüyordum. Kemal Karpat, Türkiye’de devletin, dine değil; din adamlarına müdahale ettiğini göz ardı ediyordu ve din adamları da bundan pek de rahatsızlık duymuyorlardı. Çünkü eskiden din adamları, -özellikle köylerde- hasat dönemlerinde köylüden topladığı hububatla geçimlerini sağlıyorlardı. ‘60’lı yıllarda bir yasa ile bütün din görevlileri 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi memur oldular. Din adamlarının laiklik uygulamasından pek de şikâyetçi olmamalarının bir nedeni de bu olsa gerektir. Batı’da, özellikle ABD’de din görevlilerinin maaşını kilise cemaati öder; devletse cemaat ve kiliseye karışamaz. Bizde ise Diyanet İşlerinin bütçesi birkaç Bakanlığın bütçelerinin toplamından fazladır. Hangi devlet maaşını ödediği memurunu denetlememezlik yapar?

Cemil Koçak, İkinci Parti adlı muhteşem kitabında Kemal Karpat’ın kitabından söz ederken şöyle diyordu: “Kemal Karpat’ın ‘Türk Demokrasi Tarihi’ kitabı dönem hakkında yazılmış akademik yönü en güçlü eserdir… Paradoksal olarak, yazıldığı tarih pek erken olmakla birlikte bugüne kadar Karpat’ın metninin içeriğini aşan bir başka eser kaleme alınamamıştır… Karpat’ın metni pek çok bakımdan hâlâ erişilmezdir…”1. Cemil Koçak’ın fikirlerini her zaman benimsemem; ancak tespitlerine, görüşlerine çok yüksek değer veririm. Hemen gidip ‘ Türk Demokrasi Tarihi’ni aldım. Hakikaten bir başyapıttı; özellikle İkinci Kısım. Elime geçen, kitapçıda bulduğum kitaplarını aldım; okudum. Yakın ve uzak tarihimiz; Osmanlı ve Cumhuriyet; karşı karşıya bulunduğumuz bütün meseleler; laiklik, Darbeler, demokrasi, milliyetçilik… Osmanlı, Abdülhamit, İttihat-Terakki, Cumhuriyet, ‘7 Mayıs, Yön Bildirisi. Bütün sorunlarda aynı görüşü paylaşmayabilirsiniz; ama çalışma ciddiyetine, tespitlerine; kanaatlerini kanıtlama tarzına kayıtsız kalamazsınız… Her okuduğunuz kitabıyla ona saygınız artıyor. En iyisi ‘Dağı Delen Irmak: Kemal H. Karpat Kitabı’nı’2 izleyerek onu daha yakından tanıyalım:

Profesör Kemal Haşim Karpat, soyadından da anlaşıldığı gibi Romanya’da Doruca’da, Armutlu köyünde doğmuş. Dünyanın büyük bir bölümünü gezip dolaşmış; ama köyünün ‘dünyanın en güzel yeri’ olduğunu söylüyor. Lise düzeyinde öğretmen okulunu bitirdikten sonra 1943’te Türkiye’ye gelmiş. Türkiye sınırında tren beklerken şunları düşünmüş: “… ‘Kemal senin için yeni bir hayat başlıyor. Bu hayatta yolun ne olacak, karar ver.’ Ve orada karar verdim. Her şeyden önce doğruluktan şaşmayacağım, düşündüğümü ifade etmekten çekinmeyeceğim, yanlış, hatalı, haksız gördüğüm her şeyle mücadele edeceğim, namuslu bir hayat yaşayacağım…”3 Hayata öyle başlayan bir gencin ‘ileride kendisinden söz ettireceği’ beklenirdi. Haydarpaşa Lisesini bitirerek İÜ Hukuk Fakültesine girmiş ve Fakülteyi 1947’de bitirmiş. Bakınız diplomasını aldığı gün neler düşünmüş?: “… Acaba 4 senelik üniversite tahsilinden sonra, kendini tüm manasıyla bulmuş, tamamlamış, tahsilden beklediğini elde etmiş bir kimse olarak mı görüyorsun?Hayır çıktığın yolun ancak yarısını almışsın, dedim kendime…”4 Genç bir adam için ne büyük bir olgunluk. Ve Amerika’ya gitmeye karar veriyor. Oraya gitmek istemesinin asıl nedeni ise bakınız neymiş? “Amerika’ ya gitmeye neden karar verdim? Orada geçimimi sağlayacağım, ama aslında gitme kararımı etkileyen başka bir düşünce daha doğrusu bir özlem daha yatıyordu beynimde. Anlattığım gibi, Romanya’da bizi Türk- Müslüman diye aşağı görmüş, ayırmışlardı. Türkiye’ye geldik, burada da, ‘Romanyalı, gâvur kanı karışmış’, gibi olmayacak sözler işittik. Amerika’da ırk farkı olmadığını, demokratik bir toplumun bulunduğunu, herkesi olduğu gibi kabul ettiklerini işitmiştim. Böyle bir yere gideyim de hiç olmazsa bir süre hiç kimse bana ‘Sen yabancısın’ demeden yaşayayım diye düşündüğümü hatırlıyorum…”5 Bu düşüncelerini bir başka kitabında da dile getiriyor. Bu tespit, önemi nedeniyle çakılmış çiviye bir çekiç daha vurmak pahasına aynı yönde de olsa bir alıntıyı daha hak ediyor: “… Çok defa bana soruyorlar?: Niye Amerika’ya gittin? Ben de Türk kalmak için Amerika’ya gittim, diyordum. Belki bu size bir mana ifade etmez. Çünkü Amerika’da kimse benim Türklüğümle, dinimle alâkadar olmadı. Kaldı ki bende aşırılık yoktur. Ne aşırı dincilik, ne aşırı milliyetçilik, ne aşırı demokrasi. Belki tabiat itibariyle sert, keskin bir insanım, düşüncelerimde, hareketlerimde, görüşümde aşırılık yoktur. Aşırılık insana bir şey getirmez. Öyle olduğum halde bunu söylüyorum. Türk kalmak için ben Amerika’ya gittim. Ve ben Amerika’da tam manasıyla Türkleştim. Neden? Çünkü orada rahat, serbest her şeyi okumaya imkân buldum…”6.