Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Seri Nitelikte Açılan Davalar Sonucunda Verilen Hükümlerin Birbirine Etkisi

The Effect of the Judgements One Another Given as a Result of the Cases Filed in Series

Talip BABACAN

Aynı veya benzer sebeplerden doğan ve aynı zamanda konuları da birbirine oldukça benzer olan, aynı davalı kişi ya da kişilere karşı açılmış bulunan davalar, uygulamada “seri davalar” olarak isimlendirilmektedir. Seri davalar, uygulamada ayrı ayrı açılır, ayrı ayrı görülür ve bu davalar hakkında verilecek nihai kararlar da kural olarak ayrı ayrı verilir. Mahkemelerin verdikleri hüküm ve kararlar, hukuk düzenince etkin birtakım hukuki sonuçlarla donatılmıştır. İşte bu hukuki sonuçlar, doktrinde, “hükmün etkileri ya da tesirleri” olarak isimlendirilmektedir. Doktrinde hükmün; şekli anlamda kesin hüküm, maddi anlamda kesin hüküm, kesin delil etkisi, güçlü takdiri delil etkisi, bağlayıcı etki, icrai etki, tespit edici etki, unsur etkisi, inşai etki, fer’i müdahale ve ihbar etkisi gibi etkilerinin olduğu kabul edilmektedir. Seri davaların konu, sebep ve taraf bakımından sıkı şekilde birbirleriyle bağlantılı olması, bu davalar sonucunda verilecek hükümler için de birtakım etkiler doğuracaktır. Seri davalarda verilecek hükümlerin ortaya çıkaracağı etkiler, genel anlamda etkiler ve özel anlamda etkiler olmak üzere iki başlık altında incelenebilir. Seri davalara ilişkin hükümlerin, mantıki bir tutarlılık içerisinde ve birbirini tamamlayacak şekilde verilmesi, doğrudan Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine bağlanan kanuni bir sonuç şeklinde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla seri davalarda verilen hükümler kanuni etki gereği birbirleriyle uyumlu olacaklardır.

Medeni Yargılama Hukukunda Seri Davalar, Davaların Taraflarının Farklılığı, Hüküm, Hükmün Sübjektif Sınırları, Hükmün Etkileri, Hükmün Kanuni Etkisi.

The cases which arise from the same or similar reasons and have quite similar issues each other at the same time and sue against the same defendant or defendants, are termed as “serial actions” in practice. Serial actions are filed separately in practice, they are prosecuted separately and final decisions about these cases are given separately as a rule. The judgments that given by the courts are equipped with effective legal consequences in the rule of law. These legal consequences are referred as “the effects of judgment” in the doctrine. The judgment in the doctrine is considered that the effects of such factors as definite judgment in the sense of meaning, definite judgment in material meaning, effect of conclusive evidence, effect of strong discretionary proof, binding effect, executive effect, determination effect, elemental effect, constitutive effect, accessory intervention and denunciation effect. The fact that serial cases are closely related to each other in terms of subject, cause and party will have some effects on the judgments to be given as a result of these cases. The effects of the judgments to be imposed on serial cases can be examined under two headings: general effects and special effects. The judgments of serial cases ruled in consistent and complementary manner arise as a legal result directly connected with the provisions of the Civil Procedure Code. Therefore, the judgments given in serial cases will be compatible with each other due to legal effect.

Serial Actions in Civil Procedure Law, Different Parties in the Case, The Subjective Limits of the Judgment, The Judgment, The Judicial Effects, The Legal Effect of the Judgment.

I. Giriş

“Seri nitelikte açılan davalar sonucunda verilen hükümlerin birbirine etkisi” başlıklı bu çalışmayla, medeni yargılama hukukundaki seri dava kavramı ile hükmün sübjektif sınırlarının tespit edilmesi, hükmün ortaya çıkan etkilerinin kapsamının belirlenmesi, özellikle de hükmün genel anlamda etkilerinin sistematik biçimde ele alınması ve bu kapsamda seri davalardan birisi hakkında verilen hükmün diğerleri bakımından herhangi bir etkisinin olup olmadığının, oluyorsa bu etkinin niteliğinin ne olduğunun tespit edilmesi amaçlanmaktadır.

Söz konusu bu çalışma, hükmün genel anlamda etkilerinin ilk defa sistematik biçimde ve toplu olarak incelenmesi, seri davalar bakımından hükmün ortaya çıkardığı etkilerin yine ilk defa ele alınıp tespit edilmesinin amaçlanması dolayısıyla, medeni yargılama hukukunda hükümlerin birbirlerine etkisi konusuna farklı bir bakış açısı kazandırma niyetindedir. Çalışmamızın en başında belirtmemiz gerekir ki, seri davalar, hukuk uygulamamızın medeni yargılama hukukuna kazandırdığı bir dava türüdür. Hukuk Muhakemeleri Kanununda düzenlenmiş seri dava adı altında herhangi bir dava türü olmadığı gibi; Türk hukuk doktrininde de bu alanda yapılmış kapsamlı bir çalışmanın olduğu söylenemez. Seri davalarla ilgili olarak doktrinde mevcut olan bu boşluğun, ileride ortaya çıkacak çalışmalarla tümüyle doldurulacağı muhakkaktır.

Çalışma konusu incelenirken, öncelikle seri dava kavramı hakkında genel bilgiler verilecek, sonrasında ise, seri davalarda verilen hükümlerin ortaya çıkaracağı etkiler; genel anlamda etkiler ve özel anlamda etkiler olmak üzere iki ayrı başlık altında incelenecektir. Seri davaların uygulamada ortaya çıkmış olması ve bu açıdan daha çok uygulamaya dönük bir dava türü olması dolayısıyla, konunun işleyişi sırasında yeri geldiğinde Yargıtay ve Danıştay kararlarına da atıflar yapılacaktır.

II. Seri Dava Kavramı

“Seri” kelimesi, sözlükte iki farklı anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan ilkine göre seri; “Herhangi bakımdan bir bütün oluşturan şeylerin tümü, dizi” anlamına gelmektedir1 . Seri kelimesinin sözlükteki diğer kullanımı ise; “hızlı, çabuk” anlamındadır2 . Çalışmamız bakımından “seri dava” kavramını tanımlayabilmek için, öncelikle seri kelimesine uygulamada hangi anlamın yüklendiğinin tespit edilmesi gerekmektedir.

Yargıtay, seri davalara ilişkin birçok kararında bu davalar için; “birlikte açılan”3 , “grup halinde açılan”4 , “topluca açılan”5 veya “toplu şekilde açılan”6 vb. ifadeler kullanmaktadır. Yargıtay’ın seri davaları açıklarken kullandığı bu ifadeler, medeni yargılama hukukunda ayrı birer dava çeşidi olan “grup davası” ve “topluluk davası” ile kavramsal karışıklığa neden olmamalıdır. Şöyle ki; uygulamada seri davalar hakkında “grup halinde açılan” veya “toplu şekilde açılan” gibi ifadelerin kullanılması, bu davaların esasında birçok bakımdan bir bütün oluşturmalarının sonucudur. Nitekim uygulamada seri olarak açılan davalar, birbirleriyle taraf, konu ve sebep bağlamlarında ilişkilidir. Birbirleriyle bu şekilde ilişkili olan davaların, grup ya da topluluk denilebilecek büyüklüklere ulaşması da gayet normaldir. Fakat bu durum, seri dava kavramının grup ya da topluluk davası kavramı ile eş anlamda kullanılacağı anlamına da gelmemelidir. Seri dava kavramının daha iyi anlaşılması için, bu davalar ile kolektif hukuki himayenin farklı görünüm şekilleri olan grup davaları ve topluluk davaları arasındaki farklılıkların incelenmesi gerekmektedir. Söz konusu bu farklılıklar, taşıdıkları önem itibariyle bir alt başlıkta ayrıca açıklanacak olup, burada daha fazla bilgi verilmeyecektir.

Davalar arasındaki söz konusu ilişki ya da bağlantı sebebiyle, bu tip davaların “seri” olarak nitelendirilmesi, “seri” kelimesinin sözlükteki ilk anlamında kullanıldığını göstermektedir. Yani bu davalar esasında konuları, sebepleri ve tarafları bağlamında bir bütün teşkil etmektedir. Uygulamada, bu şekilde bağlantılı olan davalar, “seri dava” olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca bu davaların tahkikat aşamalarının, aynı sayıda açılmış; fakat birbirleriyle alakasız, alelade davalara nazaran daha hızlı tamamlanabilmesi, seri dava sayılmalarının bir sonucudur; yoksa bu davalar, tahkikatlarının hızlı tamamlanması sebebiyle “seri” olarak nitelendirilmemiştir.

Hukukumuzda seri dava kavramını açıklamaya yönelik birkaç tanım yapılmıştır. 8 Nisan 2012 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan, Bölge Adliye Mahkemesi Adli Yargı Adalet Komisyonlarınca Bilirkişi Listelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmeliğin 13’üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre; “Birden fazla davacı tarafından aynı davalıya karşı veya aynı davacı tarafından birden fazla davalıya karşı açılan konusu aynı olan davalar seri dava sayılır”. Yargıtay’a göre ise seri davalar; “aynı davalıya karşı açılan, aynı istemi içeren ve toplu şekilde açılan davalardır7 . Danıştay’a göre ise; “tarafları ayrı, konusu aynı ya da tarafları ve konusu aynı olan davalar” seri niteliktedir8 .

Danıştay’ın seri dava tanımı, medeni yargılama hukuku bakımından esas alınamaz. Çünkü davanın taraflarından birisinin sürekli şekilde farklı olması, seri davalara ilişkin medeni yargılama hukuku uygulamasında mutlak bir şart olarak kabul edilmektedir. Yine medeni yargılama hukukundaki seri dava uygulamasında, dava sebeplerinin aynı ya da benzer olması, seri dava sayılmak bakımından diğer bir şart olarak kabul edilmektedir. Doktrinde, dava sebebi kavramını açıklamaya yönelik çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Dava sebebi kavramına ilişkin doktrinde ileri sürülen bu görüşler, esas olarak iki grupta toplanmıştır9 .

Dava sebebi kavramını açıklamaya yönelik ortaya çıkan ilk teori, ferdileştirme teorisidir. Bu teoriye göre dava sebebi; davada kendisine dayanılan10 , başka bir deyişle, davacının talep sonucunun dayanağını oluşturan somut hukuki ilişkidir11 . Davacının davada dayandığı hukuki ilişkiyi dava dilekçesinde belirtmesi, usulü talebin ferdileştirilmesi ve diğer taleplerden ayırt edilebilmesi için gerekli ve yeterlidir12 . Dava sebebi kavramını açıklamaya yönelik olan ikinci teori, vakıalara dayandırma teorisidir. Bu teoriye göre, dava sebebi ile kastedilen hukuki sebep değil, davada kendisine dayanılan somut hukuki ilişkidir13 . Yani bu teoriye göre dava sebebi, dava dilekçesinde belirtilen ve talep sonucunu haklı gösteren vakıa14 ya da vakıalar kompleksidir15 . Doktrindeki hâkim görüş, dava sebebinin tespitinde vakıalara dayandırma teorisine üstünlük tanınması gerektiği görüşüdür. Bu çalışma kapsamında, dava sebebinin niteliğini açıklamaya yönelik doktrindeki çoğunluk görüş olan, vakıalara dayandırma teorisini kabul etmekteyiz. Bu açıdan, seri davaların dava sebeplerinin aynı veya benzer olmasından kasıt, esasında bu davaların maddi vakıalarının aynı veya benzer olmasıdır.

Seri davalara ilişkin olarak uygulamada ileri sürülen son şart, yukarıda yapılan üç tanımdan da açıkça anlaşılacağı üzere, dava konularının birbirine oldukça benzer olmasıdır. Ayrıca burada şunu da belirtmek gerekir ki, davanın zorunlu unsurları bağlamında tarafları, sebebi ve konusu tamamen aynı olan ikinci bir davanın açılması, birer dava şartı olan derdestlik ve kesin hüküm nedeniyle mümkün değildir.

Yargıtay’ın ve Yönetmeliğin tanımında, dava sebebine ilişkin herhangi bir tespit yapılmasa da, uygulamada seri olarak açılan davaların tümünün dava sebebi en azından birbirine benzerdir. Bu açıdan, söz konusu her iki tanımın da eksik olduğu söylenebilir. İkinci bir husus olarak, Yönetmelik; hem birden fazla davacı tarafından aynı davalıya karşı açılan davaları hem aynı davacı tarafından birden fazla davalıya karşı açılan davaları seri dava olarak tanımlamıştır. Fakat uygulamada, aynı davacı tarafından birden fazla davalıya karşı açılmış bulunan seri davalar son derece istisnadır. Nitekim seri davalardaki genel uygulama, bunların “birden fazla davacı tarafından aynı davalıya karşı açılan davalar” olduğu şeklindedir.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında seri davaları; “aynı veya benzer sebeplerden doğan ve aynı zamanda konuları da birbirine oldukça benzer olan, aynı davalı kişi ya da kişilere karşı açılan davalar” şeklinde tanımlayabiliriz. Bu tanımdan hareketle, seri davaların; aynı veya benzer sebeplerden doğma, dava konularının benzer olması ve davalı tarafın aynı olması şeklinde üç unsurdan oluştuğunu söyleyebiliriz. Fakat çalışma konumuzun sınırlarını aşmamak için bu unsurları sadece saymakla yetiniyoruz.

Medeni yargılama hukukumuzda dava açılabilmesi için, davacının dava açmakta doğrudan ve kişisel bir menfaatinin, yani hukuki yararının bulunması şarttır16 . Bu nedenle, bir kişi kural olarak, ancak kendi hukuki menfaatinin korunması için dava açabilir; başka bir kişinin hukuki menfaatinin korunması için açılan dava, hukuki yararın bulunmaması sebebiyle reddedilir17 . Genel kural bu olmakla birlikte, günümüzde teknolojinin ve sanayinin hızlı bir şekilde gelişmesi ve sosyal ilişkilerin karmaşıklaşması, bireysel menfaatlerin yanında kolektif menfaatlerin de korunması ihtiyacını doğurmuştur18 . Bu kapsamda, birçok ülke mevzuatında kolektif hakların hukuki himayesine yönelik yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bizim hukukumuzda da, Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Topluluk Davası” başlıklı 113’üncü maddesiyle, kolektif hukuki himayeye yönelik genel bir düzenleme yapılmıştır19 .