Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Çevre Hukukunda İdari Yaptırımlar

Administrative Sanctions in Environmental Law

Sezin ÖZTOPRAK

Çevreye zarar veren fiillerden doğan zararlara ilgili olarak tazminat yaptırımı ya da cezai yaptırım uygulanması çevreyi korumak için uygulanan önemli yaptırımlar olmakla birlikte, idari yaptırımların çevrenin korunması açısından önemi yadsınamaz. Zira; idari yaptırımlar, çevre hukukunun çevrenin korunması açısından en önemli ilkelerinden biri olan önleme ilkesi ile doğrudan bağlantılıdır.

Bu çalışmada, çevre hukukunda yer alan idari yaptırımlar, çevre hukukuna hakim ilkeler ışığında incelenmiş ve bu suretle, çevrenin korunmasında idari yaptırımların önemi vurgulanmaya çalışılmıştır.

Çevre, İdari Yaptırım, Kabahat, Önleme İlkesi, Katılım İlkesi.

As well as appling compensation sanction or penal sanction in terms of environmentally hazardous acts are important sanctions appling on behalf of protecting the environment, the importance of administrative sanctions with regard to protecting the environment is incontrovertible. Because, administrative sanctions are directly associated with prevention principle which is one of the most imortant principles of environmental law.

In this study, the administrative sanctions partaking in environmental law have been examined in the light of the principles dominating environmental law and in this way the importance of administrative sanctions in protection of environment have been tried to emphasize.

Environment, Administrative Sanction, Misdemeanor, Prevention Principle, Participation Principle.

Giriş

Çevre kavramının çok geniş bir anlaşılış şekline sahip olması ile sanayileşmenin ve ülkelerin ekonomik kalkınma için yapmakta olduğu faaliyetlerin çevre sorunsalını daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmiş olması, günümüzün ve geleceğin en büyük sorunlarından bir tanesidir.

Bu sebeple ulusal, uluslararası ve bölgesel düzeyde çevrenin korunmasına yönelik çok sayıda hukuki ve teknik araçlara başvurulmaktadır. Hukuki araçlar, çevrenin korunmasına yönelik kuralları ihlal edenlere yönelik tazminat yaptırımı, idari yaptırım ya da ceza yaptırımı uygulanması olarak özetlenebilir.

Diğer bütün dünya devletlerinde olduğu gibi, Türkiye’de de son yıllarda çevrenin korunması amacıyla çok sayıda cezai hüküm düzenlemesi yapılmıştır. Ayrıca, Kabahatler Kanunu ile getirilen ve kabahat kavramı ile idari yaptırım kavramını eş tutan yeni düzenin Çevre Kanunu’nda yer alan düzenlemelerle çokça çatışan yönleri bulunmaktadır.

Çevre hukukunda idari yaptırımların inceleneceği bu çalışmanın ilk amacı; son dönemlerde ceza yaptırımlarının çevrenin korunmasında ilk olarak başvurulması gereken hukuki araç olması gerektiği yönündeki görüşlere karşılık, idari yaptırımların bu alanda ne denli önemli olduğunun ortaya konabilmesidir. Bir diğer amaç ise; Kabahatler Kanunu hükümleri ile Çevre Kanunu hükümleri arasında çıkan çatışmaların ortaya konarak, bu hususta çözüm önerileri sunulabilmesidir.

Bu amaçlarla belirlenmiş olan çalışma iki bölümden oluşacaktır.

İlk bölümde; genel olarak çevre, çevre hakkı ile çevresel kamu düzeni kavramları açıklanacak ve idari yaptırımların önemi, ceza yaptırımları ile karşılaştırılarak vurgulanmaya çalışılacaktır.

İkinci bölümde ise; çevre mevzuatında yer alan idari yaptırım türleri, öncelikle Kabahatler Kanunu’nun ışığında Çevre Kanunu’ndaki düzenlemeler esas alınarak, bunun ardından ise çevre mevzuatı açısından önemli olduğu düşünülen Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, Orman Kanunu, Maden Kanunu ve yerel yönetim kanunlarında yer alan çevrenin korunmasına yönelik idari yaptırımlar açısından incelenecektir. Ayrıca, bu bölümde idari yaptırımların etkinliğini artırma hususunda önerilerde bulunulacaktır.

Çalışmanın bütününde, Kabahatler Kanunu ile getirilmiş olan idari yaptırım sistemi ile diğer güncel mevzuat hükümleri ve yargı kararlarına başvurularak; teorideki ve uygulamadaki aksaklıklar tespit edilmeye çalışılacaktır.

I. Çevrenin Korunması ve Kamu Düzeni İlişkisi

Dünyadaki tüm canlıların yaşayabilmesinin ön koşulu, sağlıklı bir çevrenin varlığıdır. Ancak, günümüzde çoğalan dünya nüfusu ve ekonomik kalkınma için yapılan faaliyetlerin kontrolsüzlüğü ekolojik dengenin bozulmasına yol açmıştır1 . Ekolojik dengenin bozulması, tüm dünyada çevre kavramının2 algılanılış şeklini de önemli ölçüde etkilemiştir.

Çevre kavramına Türk mevzuatı açısından bakıldığında; 2006 yılı değişikliğine3 kadar 2872 sayılı Çevre Kanunu4 ’nda çevre kavramının tanımına yer verilmemiş olduğu görülmektedir. 2006 yılında yapılan değişiklik ile ise, Çevre Kanunu’nun 2. maddesinde çevrenin tanımı yapılmıştır. Buna göre; çevre, “Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı” ifade etmektedir.

Bundan önceki dönemde her ne kadar çevre kavramının kanunda açık bir tanımına yer verilmemiş olsa da; yönetmelik bazında ilk kez 1993 tarihli Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin5 4. maddesi çevre kavramını, aynı şekilde tanımlamıştır. Görüldüğü gibi, Türk mevzuatında, çevre kavramı oldukça geniş şekilde yorumlanmakta ve aynı zamanda, insanları ve yeryüzündeki diğer yaşam topluluklarını eşit sayan yaklaşım olan “ekolojik bakış” açısını yansıtmaktadır6 . Ekolojik bakış; çevre sorunsalına çözüm arayışı içinde öne sürülen yaklaşım türlerinden bir tanesi olup, bu yaklaşıma göre; çevrenin korunması insan için değil, çevresel varlıkların kendi değerleri için olmalıdır. Günümüzde hakim yaklaşım ise “antroposantrik yaklaşım”dır. Bu bakış açısında da, insan dışındaki canlı ve cansız varlıkların değerli olduğu ve sahip çıkılmaları gerektiği kabul edilmekle birlikte, bu varlıklara verilen değerin temel nedeni yine insan menfaatlerini korumaktır7 .

Dolayısıyla, ekolojik bakış açısı, çevre kavramının algılanılış şekli açısından antroposantrik bakıştan daha ileri bir düzeydedir. Çevre kavramının ekolojik bakış açısını yansıtır şekilde kanuni düzeyde tanımlanmış olması, Türkiye açısından önemli bir gelişme olduğu gibi, kanun koyucunun ve idarenin çevresel konularda yapacağı çevresel düzenlemelerde bu hususu dikkate almasını da gerektirmektedir.

Türkiye’de çevre hakkı8 kavramına, anayasal düzeyde ilk kez9 sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı olarak 1982 Anayasası’nda yer verilmiştir. 1982 Anayasası’nın “Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması” başlıklı 56. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı olduğu belirtilmiş olup; çevre hakkı, yaşam hakkı ile ilişkilendirilerek dolaylı olarak tanınmıştır10 .

Anayasa’nın 56. maddesinin 2. fıkrasında ise, çevreyi korumak hususunda devlete ve vatandaşlara yükümlülük verilmiştir. Bir başka ifade ile, çevreyi korumak ödevi herkese değil, sadece devlete ve vatandaşlara yüklenmiştir. Buna göre; devlet ve vatandaşlar, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek sorumlulukları ile yükümlendirilmişlerdir. Bu anayasal yükümlülük, çevre hakkının diğer haklardan farklı olan yönüne de işaret etmektedir. Vatandaşların tek yükümlülüğü çevreyi kirletmemek değildir. Vatandaşların, aynı zamanda çevreyi bozma potansiyeli olan faaliyetlere karşı çıkma, bu tür faaliyetleri önleme yükümlülükleri de bulunmaktadır. Çevreyi bozma ihtimali olan faaliyetlerin devlet tarafından ya da özel hukuk kişileri tarafından yapılıyor olmasının vatandaşların önleme yükümlülüklerini kullanmaları açısından herhangi bir farkı bulunmamaktadır. Söz konusu anayasa hükmünde yer alan bir başka yükümlülük; devletin de, tüm idari kurumları ile, çevreyi bozucu politikalar üretmek ve uygulamaktan kaçınmak ve başkalarının da bu tür faaliyetlerini önlemek yükümlülüğüdür. Devletin bu noktadaki bir başka yükümlülüğü ise, vatandaşların çevreyi koruma yönündeki yükümlülüklerini kullanabilecekleri ortamı yaratmak yükümlülüğüdür. Vatandaşlar, idareyi söz konusu ortamın sağlanmasına zorlamak için kendilerine tanınmış olan çevre hakkına dayanabileceklerdir11 .