Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Sebepsiz Zenginleşme Davasının 
Açılamayacağı Haller

The Situations in Which an Action Cannot be Brought for Unjust 
Enrichment

Süleyman KANDEMİR

Sebepsiz zenginleşme veya haksız iktisap gibi kavramlar, dünyanın kuruluşundan beri, farklı şekilde de tanımlansalar var olan kavramlardır. Kişilerin başkalarının malvarlığı veya hizmetinden, haklı bir sebebe müstenit olmayan şekilde zenginleşmesi hadisesi, her devirde farklı gerekçelerle kınanmıştır. Bazen dini bir unsur olarak, bazen beşeri kurallara dayalı olarak.

Bu çalışmamızda; sebepsiz zenginleşme kavramı, unsurları, şartları, hüküm ve sonuçları üzerinde açıklama yapıldıktan sonra, “sebepsiz zenginleşme davasının açılamayacağı haller” izah edilmeye çalışılmıştır. Sebepsiz zenginleşme ile ilgili olarak 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’ndaki düzenlemenin neler getirip neler getirmediği ve sebepsiz zenginleşme sayılabilecek bazı durumlarda neden dava açılamayacağı gerekçeleri ile birlikte ele alınmıştır.

Sebepsiz Zenginleşme, Haksız İktisap, İstirdat, Zenginleşme, Geri Verme, Haklı Sebep Olmadan Kazanma.

Concepts such as unjust enrichment or usurpation are the concepts that have existed since the existence of the world although they are defined differently. The enrichment of individuals from the wealth or services of others in an unjustifiable way has been condemned for different reasons based on human or religious rules in all times.

In this study, after the explanation of the concept of unjust enrichment, its elements, conditions, provisions and consequences, it is tried to explain “the situations in which an action cannot be brought for unjust enrichment”. The study discusses what the arrangement in Turkish Code of Obligation no. 6098 has brought and why an action cannot be brought for unjust enrichment in some situations with its reasons.

Unjust Enrichment, Usurpation, Detinue, Enrichment, Restitution, Enrichment Without a Just Cause.

Giriş

Zenginleşme, meşru bir zemin üzerine oturtulduğunda, herhangi bir sorun teşkil etmez. İsteyen, gerekli imkânları elde ettiğinde zenginleşebilir. Birilerinin zenginleştiği ortamlarda, birilerinin de fakirleşmesi hayatın olağan akışı içinde karşılaşılması mutad durumlardır. Aslında, birilerinin başkalarının malvarlığından veya emeğinden zenginleşmesi de olağandır. Ancak, bu durumun olağan olması, her zaman doğru olduğu anlamına gelmeyecektir. Burada hukuk devreye girecek ve bir başkasından haksız yere menfaat temin edilmesini bir kısım yaptırımlara bağlayacaktır.

Sadece düzenli toplumlarda değil, ilkel olarak adlandırılabilecek toplumlarda dahi, hak etmeyenin, haksız yere menfaat temin etmesi sürekli olarak kınanmıştır. Bu kınama, sadece toplumsal ahlak bakımından değil, hukuki müeyyide bakımından da söz konusu olmuştur.

Çalışma konumuz, temin edilecek menfaatin maddi bir menfaat ile ölçülmesi haliyle sınırlı tutulmuştur. İşin içinde maddi menfaat olunca zenginleşmeden; bu zenginleşmenin haklı bir hukuki temele dayanmaması halinde ise sebepsiz zenginleşmeden bahsedilecektir.

Sebepsiz zenginleşme; bir kişinin, başkasının malvarlığından veya emeğinden haklı bir nedeni olmaksızın zenginleşmesi olarak tanımlanabilecektir. Çok basit ve anlaşılabilir bu tanımın ardında ise uzun uzun tahlillerin yapıldığını en başta belirtmek gerekir.

Sebepsiz zenginleşme ifadesi ve unsurları, 6098 sayılı Kanundan önceki düzenlemede (818 s. Borçlar Kanunu) bugünkünden farklı tanzim edilmiştir. Örneğin, “başkasının emeğinden zenginleşme” ibaresi maddede yer almamakta idi. Sebepsiz zenginleşme, yurt içinde olduğu gibi, Borçlar Kanunumuzun mesnet olarak alındığı Batı Dünyası’nda da sürekli gündemde tutulmuş ve farklı şekillerde izah edilmiştir.

Eski tarihli çalışmalarda, Hollanda Medeni Kanunu çalışmaları açısından sebepsiz zenginleşmeye dair bir ibare şu şekilde tercüme edilmiş idi: “Başkası zararına, bir nedene dayanmaksızın zenginleşen bir kimse, hakkaniyet gerektiriyorsa, bu zararı, zenginleşmesi oranında tazmin etmekle yükümlüdür1 .”

Sebepsiz zenginleşme konusunu, sadece batı hukuk sistemi ile izah etmeye çalışmak eksik olur. Kaynağını insanın tabiatında mevcut hukuk ve adalet ilkelerinden alan bu anlayışın Roma hukuku ve İslam hukuku dâhil, hemen her hukuk sisteminde bazı farklılıklarla yer aldığı, ancak bu kaidenin modern hukukta müstakil bir teori ve borç kaynağı olarak ele alınmasının yakın bir geçmişinin bulunduğu görülür2 . Sebepsiz zenginleşme ve bu suretle zenginleşenin, sebepsiz olarak zenginleştiğini iade mükellefiyeti, belki de insanlık tarihi kadar eskidir. Bilinen düzenlemelerin, Roma hukukuna3 ve İslam hukukuna4 dayandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Yakın tarihimize bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğunun son dönem önemli yasal düzenlemelerinden biri olan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’de de (m. 97) bu hususta bir düzenleme yer almakta idi. Söz konusu düzenleme şu şekildedir: “Bilâ sebep-i meşru birinin malını bir kimsenin ahz eylemesi câiz olmaz. (Geçerli bir sebep olmadan, başka bir kimsenin malının elde edilmesi geçersizdir)5 .”

Sebepsiz zenginleşme kavramı kaynağını hakkaniyet (nesafet) ilkesinden almaktadır. "Kimse başkasının zararına haksız yere zenginleşemez" şeklinde ifade edilen bu ilke, Roma hukukunda bir seri condictioların doğmasını sağlarken, modern kodifikasyonlar bu kurumu geliştirerek haksız ve sebepsiz kıymet kaymalarını önlemeye çalışmaktadır6 .

Sebepsiz zenginleşme müessesesi, maddî hukuka aykırı olan, yani haksız olan zenginleşmeyi düzeltmeyi hedef tutmuştur. Şayet bir kimse kendisine borçlu olunmayan ve sadece ifa edenin hatalı olarak kendisini yerine getirmekle mükellef saydığı bir edimi kabul etmişse bu ifayı haklı gösteren bir cihet yoktur. Bu durumlarda iade talebine hak vererek, ödemenin kanunen husule gelen hukukî neticesini düzeltmek hukuk nizamının vazifesidir. Zira kanun tarafından yaratılan hukukî durum, hukuk nizamının son hedefine, maddî adalete uygun düşmez. Bu prensip, umumî olarak bütün zenginleşme taleplerinin ve borç olmayan şeyin tediyesi halindeki istirdat dâvasının dayandığı düşüncedir; başka bir deyişle, edaya tesir eden irade fesadı, yani bizatihi hata değil, fakat edanın dayandığı bir sebebin, bir temelin bulunmaması istirdat talebine yol açar7 .

Haksız fiilden ve sözleşmeden doğan borç ilişkilerinden farklı olarak tanzim edilen sebepsiz zenginleşme müessesesi, hakkaniyet açısından çok önemli bir yere sahiptir. Türk Borçlar Kanununda sebepsiz zenginleşme için beş madde tahsis edilmiş ise de, sebepsiz zenginleşmeye dair hükümler bununla sınırlı değildir. Gerek TBK’da gerek Türk Medenî Kanununda, İcra ve İflas Kanununda gerek diğer kanunlarda da sebepsiz zenginleşmeye ilişkin hükümler yer almaktadır. TBK m. 47, m. 136, TMK m. 122, m. 775, m. 776, İİK m. 72, m. 89 örnek olarak ifade edilebilir8 .

I. Sebepsiz Zenginleşme Kavramı

TBK’da borçların kaynakları olarak üç temel unsur sayılmaktadır: Sözleşmeden doğan borç ilişkileri, haksız fiilden doğan borç ilişkileri ve sebepsiz zenginleşmeden doğan borç ilişkileri. Haksız fiilden ve sebepsiz zenginleşmeden doğan borç ilişkileri kanundan doğan borç ilişkileri olarak karşımıza çıkmaktadır9 .

Sebepsiz zenginleşme, bazı unsurları bakımından haksız fiile benzese de ondan tamamen bağımsız bir müessesedir.

Sebepsiz zenginleşme, Türk borçlar hukukuna “haksız bir fiil ile mal iktisabından doğan borçlar” olarak girmiş ve uygulanmış ise de, haksız fiilden kaynaklanmayan niteliği nedeniyle 1 Temmuz 2012’den itibaren “sebepsiz zenginleşmeden doğan borç ilişkileri” olarak doğru bir ifadeye kavuşmuştur.

Aslında sebepsiz zenginleşme kavramı da sorgulanması gereken bir kavramdır. Gerçekten, sebepsiz zenginleşmenin ifade ettiği kavram, zenginleşmenin hiçbir sebep yokken gerçeklemiş olması mıdır? Yukarıda da ifade edildiği üzere, bu terimle belirtilmek istenen, Mecelle’deki ifadeyle “meşru bir sebep olmadan” zenginleşmedir.

Zenginleşme, haklı bir sebep olmadan gerçekleşen zenginleşmeyi ifade etse de, haksız fiildeki hukuka aykırılık ile karıştırılma ihtimaline binaen “sebepsiz zenginleşme” olarak ifade edilmiştir10 . Sebepsiz zenginleşme yerine “haksız zenginleşme” terimini kullanan Serozan’a göre11 ; haksız zenginleşmenin haksız fiilden ayırt edici özelliği, onun kusur, hukuka aykırılık, zarar ve hatta nedensellik öğelerinden yoksunluğudur.

Birazdan, sebepsizlik unsurunun farklı yansımaları izah edilirken konu daha iyi anlaşılacaktır.